1\07\2012
Bugünkü
hedef Sultanahmet ve çevresi. Önce müzekart sırasındayız. Her şeyi bu karta
bağlamışlar. Kart olmadan müzeye girilmiyor. Bazı sarayları Kültür
Bakanlığından çıkarıp Milli Saraylar Dairesine bağlamışlar ki müzekart oraya
geçmesin ekstra para talep edilsin.
Doğru
sırada mıyız diye birine soru sorulacaktır. Ahanda bunda tam Türk tipi var deyip
birine soru sorduk ama adam artık Arap mıydı Afgan mıydı bilmiyorum bön bön
baktı bize. Çevremizde o kadar çok yabancı var ki Türkleri seçemiyoruz artık. Müzekartı alıp ve 30 TL mizi orada
bırakıp Ayasofya’ya yollanıyoruz.
İlk
Ayasofya II. Constantius zamanında yapılmış, daha sonra İmparator ve
imparatoriçe ile sorun yaşayan patriğin sürgüne gönderilmesi üzerine halk isyan
etmiş ve güzelim yapıyı yakmışlar. İkinci Ayasofya II.Theodosius tarafından
yaptırılmış, bu yapı da Nika isyanı sırasında yakılmış( halkın sanata garezi
olmalı). Üçüncü Ayasofya ise 532-537 yılları arasında dönemin kanun kitabı ius
civile yi yaptıran I. Justinyen tarafından yaptırılmış ve günümüze dek gelmiş.
O şartlara göre yapılmış en mükemmel eser. O şartlara göre dedim ama bence
günümüz teknolojisiyle de böyle bir yapı inşa edilemez. Adamlar taşları üst
üste koyduk, al sana bina dememişler.
Bakımsızlıktan
mıdır, hırsızlıktan mıdır, yoksa zamanın gelip geçiciliğinden midir bilmem
mozaikler bayağı hasar görmüş. Bazı bölgelerde koca resimde yalnızca bir yüz
falan kalmış. Sıvalar yer yer dökülmüş falan. Allah Fatih’ten razı olsun,
kendisi İstanbul’u aldığında yapıya zarar verilmesini engellemiş, yoksa
bizimkiler Meryem’dir, İsa’dır, peygamberdir demez talan ederlerdi. Ancak o da benden bir
iz kalsın diye koca koca tabelalar astırmış her yere. İstanbul’u aldım, en
büyük ibadetgâhınıza da bastım damgamı dercesine.
Tarihte
en sevdiğin Osmanlı hükümdarı kim diye sorulunca hemen Kanuni derdim. Adının
Kanuni olmasının ( Ben hatırlamıyorum ama 12 yaşlarındayken kuzenimin anket
defterinde ne olmak istersiniz sorusuna astronot ya da hakim diye yazmışım. Ben
hep lisedeyken hukuka yöneldiğimi sanıyordum. Gerçi çocukken öyle olmak istesem
bile şimdi o kadar net isteyemiyorum. Ayrıca hukukla astronomi ne alaka ya.
Ancak benim gibi hem realist hem de hayalperest ruhları içinde barındıran biri
bu 2 mesleği aynı anda ister.) yanı sıra Hürrem’le olan ilişkisini, ona olan
aşkını seviyordum. Ne romantik bir sultan diyordum. Ama büyüdükçe ve özellikle
Muhteşem Yüzyıl’dan sonra ona olan ilgim azaldı. Fazla duygusal, fevri biri
bence. Aşka duyduğum saygıyı yitirmem de etkili oldu. Güce olan saygı devri
başladı. Ve Fatih’i sevmeye başladım. İstanbul’u bu kadar seven birinin Fatih’i
sevmemesi imkansız olur. Fatih kafa adamı, düşünce adamı, başarı adamı. Kanuni
denilince akla hemen Hürrem geliyor. Aşkı tüm siyasi, askeri başarılarının önünde.
Ama Fatih denilince akla hemen İstanbul geliyor. Fetih filmine kadar eşinin
adını bile bilmiyorum. Çünkü onun özel hayatı, döneminde önemli roller
oynamamış. Belki Kanuni’den daha çok sevmiştir eşini. Belki ona dizeler
yazmamış, onun için oğlunu öldürmemiştir ama sevmiştir. Bende sevginin bu gizli
halini seviyorum. Milyonların diline düşmek değil, aşkımın yalnızca ben ve
sevdiğim kimsece bilinmesini istiyorum. Fatih koca koca tabelalar koydun diye
sana sitem ettim ama vallahi seviyorum ben seni. Sendeki hoşgörü ne Kanuni’de
ne de Yavuz’da var.
Fatih’in
bu önemli korumasından sonra diğer muhafaza da Atatürk döneminde
gerçekleştiriliyor. Osmanlı döneminde
insan resimleri yasak olduğu için mozaiklerin büyük bir kısmı sıva ile
kapatılmış. Atatürk bunların gün yüzüne çıkarılmasını istiyor. Benim söylendiğim
o tabelalar da kaldırılıyor ama menderes döneminde yeniden yerlerine
çakılıyorlar. Günümüzde ara ara Ayasofya geçmişteki haline yeniden döndürülsün,
ibadete açılsın denilmekte. Madem geçmişe dönülsün deniliyor, o zaman cami
değil kilise olmalı. Hem Fatih’in torunlarına böyle bir hoşgörü yakışır. Ayrıca
müze olması, o esere verilen değeri gösterir, onu daha korunaklı yapar. Cami
olsun falan deniliyor da Sultanahmet’in hali ortada. Ayak kokuyor koca cami. Bu
mu istenen şey? Ülkemizde cami eksiğinin olduğunu sanmıyorum. Hatta o kadar çok
cami inşaatı var ki yakında her eve özel bir mescit yapılsın diye bir açılım
başlatılırsa hiç şaşırmayacağım.
Ayasofya’da
huzur bulduktan sonra Alman Çeşmesini, Dikilitaşı, Yılanlı Sütunu falan gördük.
Daha sonra da Pargalımın sarayına şimdiki Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne
gittik. Batı sanatına düşkün İbrahim’in sarayında resimler falan varmış ama
bizimkiler adamı öldürmekle kalmayıp evini de talan etmişler. Her yere
bildiğimiz beyaz badana yapılmış. Türk ve İslam eserleri diye de taş, maden ve
kilim koymuşlar. Hatta kilimleri de başka camilerden alıp getirmişler. Biz
yağma kültüründen hiç kurtulamayacağız galiba. Her şey yerinde güzel, niye
ordan buradan toplayıp getirirsin ki.
Sarayın
odaları dizide gösterildiğinin aksine pek küçüktü (Dizileri referans almak o kadar iyi değil). Odadan odaya girerken acep hangisi Nigar’ın
diye tahminler geliştirip durduk.
En
geniş salonu kilimlere ayırmışlar. 3 m ye 8 metre dev gibi bir kilim gördük.
Kilimlerdeki her motifin aslında bir anlamı vardır. Keşke buna ilişkin bir
bilgi verselerdi de biz de kendimizi halı bakmaya gelmiş gibi hissetmeseydik. Zaten
İbrahim’in sarayının bu halini görünce içim cız etti. Sıcak havadan bunalmışız,
bir yandan da görevliler bizi takip edip duruyordu. Hırsız mı zannettiler bizi
biye düşünüyoruz. Bir gümüş takımlığın önünde bu ne kadar ederdi diye fikirler
yürütüyorduk, adamlar bizi duydu galiba. Ama nasıl çalabiliriz ki? Her yerde kamera
var, eserler camın içinde sergileniyor. Kilimler açıktaydı ama onlar da pek
büyüktü. Vinç gerek kaçırmak için.
Turlamayı
bırakıp dışarı çıktık. Rapunzel gene telefonla konuştuğu için bizden geride
kalmıştı. İçeri almamışlar onu. Meğer müzenin kapanma saati gelmiş. Görevliler de
bizi bir an önce kışkışlamak için peşimizdelermiş. Söyleselerdi çıkardık canım.
İbrahim’in üzüntüsü bir yandan sıcak diğer yandan. Eser diye koyduklarında da
bir şey yoktu zaten. Müzeye göre Türkler yalnızca taş yontmuş, maden işlemiş ve kilim dokumuş.
Çıkışta
o Hatice’nin etrafı seyre daldığı balkonlardan birini alacak şekilde fotoğraf
çektirdim. Ahh.. ahhh.. O kadının yerinde ben olacaktım. Kocam bir dahi, abim
muhteşem bir sultan.Hem abimi vahim hatalar yapmaktan engellerdim, tarihe Hürrem
yerine ben damga vururdum.