28 Haziran 2012 Perşembe

Heyecandan Kalbim Yıprandı....

           Tarihe not düşmek lafını hiç sevmem. Ben kimim ki tarihe not düşeyim. Benim tarihimin önemi ne ola ki. Milyarlarca insanın yaptığı şeyleri tekrar yapan bir kimse. Oysa bu yazı tarihe düşülen bir not. Ama ben kanuna karşı hile yapıp bunu, olanları unutmamak için dile getirilmiş bir yazı olarak nitelendireceğim.
Tarih 9 Haziran 2012, Cumartesi. Tüm sınavların buldozer gibi ezip geçtiği ben, hayatımın tamamında bana uzaktan da olsa eşlik eden, duygularımın tercümanı adamın konserine gideceğim.
Sabah erkenden kalktım. Erken dediğim, benim saat dilimime göre. Bu da dünya saatiyle 11 e tekabül ediyor. rapunzel, arkadaşının doğum gününe gitti, konsere oradan gelecek. Hürrem ile ben de doğrudan konser alanına gideceğiz. Ben 2 gibi gidip en önü kapmaya çalışalım dedim ama salak Rapunzel bileti evde unuttuğu, 3-5 kişinin katıldığı bir doğum günü partisini (ama o cafeyi kapattığını iddia ediyor) 6 saate uzatmış olduğundan ancak 5 gibi çıktık evden. Konser alanına vardığımızda bizi karşılayan manzara ise yaklaşık 1 km yi bulan kuyruk oldu. İçimden tüm Ankaralılara, bugün doğmuş o çocuğa ve onunla arkadaş olan rapunzel e hakaret ettim. Önümüzde bir yığın insan, tepemizde güneş 1 saat kadar bekledikten sonra girdik içeri. Sahne önü dolmuş tabi. O muhteşem insanla aramda nedeyse 20 m lik insan kalabalığı var. Hürrem hemen çöktü yere. Rapunzel ise geç kaldığı yetmezmiş gibi bir de bana yakınıp duruyor. “Sıcak...Erken kalktım,uykum geldi...Tarkan için değer mi? ( Ne dedin sen şaakkkk :) )..Topuklu ayakkabıyla dikilmekten yoruldum...” O bunları sayarken ben de öne nasıl geçerim acaba diye planlar kuruyorum. Rapunzel sonunda dırdırı bırakıp niyetini açıladı: “Ben eve gidiyorum”. Zaten sıcakta durmaktan beynim şişmiş, bir de bu salağın dırdırını çekmeyeyim deyip “Ee defol git o zaman” dedim. Hürrem bir bana bir ona bakıyor. “Sen de git” dedim. Önce itiraz etti ama bunlar birbirlerinin ekürisi oldukları için o da gitti. Bir yerlere takılmasınlar diye anneme de mesaj attım kızlar eve geliyor diye. Vee kaldım 110 bin kişinin içinde yalnız.
Beklemekten bunaldığım sıralarda keşke ben de mi gitseydim, tek başıma nasıl yapacam ben şimdi, ya tacize maruz kalırsam ne edeceğim diye düşünüyorum. Aslında tacizin günlük kullanımdaki anlamı yanlış. TCK m 105 anlamındaki taciz sözlü, yazılı veya işaretle gerçekleşir ve 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verilir. Cinsel amaçlı her türlü dokunuş, elleme cinsel saldırı suçunu oluşturur ve cezası 2 yıldan 7 yıla kadar hapistir. Olası bir taciz anında bağırsam mı yoksa ‘ bak kardeş, 2 yıldan 7 yıla kadar yolu var bunun. Basit bir haz için değer mi bu kadar yatmaya’ mı demeliyim. Sonunda, Poena duruma göre davranırsın deyip Tarkan’ı beklemeye devam diyorum. 
Saat 7 ye doğru bir dj çıkıp ses rekoru için bizi bağırmaya zorluyor. 3-4 defa bağırdık, sonunda adamı tatmin edecek bir sayıya ulaştık da kendisi bıraktı bizi. O gitti de başka bir bela geldi. Soğuk Oda Emre Aydın. Zaten çok sevmezdim iyice nefret ettim. Bir insanın tüm şarkıları mı slow olur? Zaten onca insan arasında yalnızım, sınavlardan çıkmışım, bir de bu adam depresif şarkılarıyla iyice göçertti beni. Sonlara doğru bir şarkıda piyano çaldı da biraz ısındım kendisine (Piyano çalan erkeğin karşı konulamazlığı. Kahrolsun şekilçiliğim). Sonra da çok durmadı, gitti zati. Tarkan’a odaklanırken ona olan nefretim dindi biraz. Sağolsun, varolsun ama mümkünse aynı ortamda bulunmayalım onunla.
Emre belasını defettikten sonra arkada kocaman Tarkan yazısı belirdi. Sonra da Tarkan... Onu görür görmez “İyi ki gitmemişsin Poena. İyi ki Tarkan’ı birkaç salağın kaprisine, yalnızlığına feda etmemişsin”. Bir adam bu kadar mı yakışıklı olur? Bu kadar mı güzel dans edebilir? Sakallarıyla daha bir karizmatik olmuş. Öyle bir adam ki yediden yetmişe herkes seviyor. Erkekler bile Tarkan diye bağırıyordu yahu. 
Aşk gitti bizden ile şakımaya başladı. Aşk nereye gitti canım ya. Ben tüm ömrüm boyunca sevdim seni. Tamam, itiraf ediyorum ara sıra Murat Boz’ falan baktım ama seni gördükten sonra herkes bir hiç oldu. Murat kim ya? 3 günlük bir şarkıcı için hayatımın yoldaşını terk eder miyim ben?
Acımayacak ‘ı söylerken nakarata yakın sahnenin kenarına gidip “Gel, gel güzelim” diyerek bize gelişi yok mu....Aahhhh... Ahhhhh.... Allahım sen bu adama uzun, başarılı, sağlıklı ömürler ver ne olur. Hep böyle kalsın.
Bu gece yi söylemeye başladı. “Seninle son gecemiz bu...”  Son gece olmasına gerek yok ki, gitmeseydin bu gece bizde kalsaydın. Annem pek sevmiyor seni ama ikna ederim ben, gel bize. “Hissettiğin gibi ol bu gece...” Ben zaten öyleyim tatlım. Tüm sevgimi gösteririm ben sana. “Hiç soru sorma, hiç konuşma, sırlarımı keşfet...” İşte benim adamım olduğun buradan belli. Hiç sevmem ben zaten konuşmayı. Vallahi ömrüm boyunca susarım ben. Bulmacaları da severim, hele katil kim oynamaya bayılırım, severim ipuçlarını. “Tüm yasakları delelim...” Hımmmm... Olmadı bu Tarkan. Bir hukukçudan yasakları delmesi istenir mi ki? Şimdi adalet duygum, ceza hukuku bir yanda, Sen öte yanda. Bence yasaklar öyle kalsın, biz seninle aşkın doğal sınırları içinde kalalım. “Kır zincirlerini gel aşka kanalım seninle..” Kırdım zaten. Tüm benliğimi yıktım senin için. Tüm utangaçlığımı unutup seni bekledim kalabalıklar arasında, tek başıma dans ettim. Ama ayrılık yakın değil mi?
Saatler 12 ye geldi. Bu 12 ne lanetli bir zaman dilimi. Külkedisi 12 den sonra kaybediyordu tüm sihrini, ben de Tarkan’ımı kaybettim. Ondan tek yadigar konfeti yağmurundan kaptığım birkaç yıldız oldu. Bakıp bakıp onu düşünüyorum.
Allah Fantadan razı olsun. Ne kadar tadını sevmesem de Tarkan’ı bana getirdiğin için ab-ı hayat gibisin artık. Ama paranı Emre Aydın’ harcayacağına tadını biraz daha düzeltsen daha iyi olur be ya.
Ve Tarkaaaaaaaaannnnnnn. Eski sevgilin avukattı, şimdiki de hukuk öğrencisi olsun. O da ben olayım işte.

NOT: İnsan mutlu şeylerden bahsedince başına mutlu şeyler geliyormuş. Gönlümün hükümdarını anlatırken, gönlümün başkenti İstanbul’a gideceğimiz öğrendim. Umarım orada da güzel şeyler beni bekliyordur.

23 Haziran 2012 Cumartesi

Kotalı Günler...

2 yıl kadar önce gene bugünlerde 2 kendini bilmez girdi teknosaya. Amaçları bir laptop almaktı. Ancak bu kızlar pek ahmaktı. Adamın gösterdiği bilgisayarlar, onlar arasındaki farklar da pek anlaşılmazdı. Kızlara ahmak dedik lakin görevli onları bilgisayar mühendisi mi sandı yoksa ‘hazır bulmuşum, kakalayayım en pahalı bilgisayarları’ düşüncesinde miydi hiç anlaşılamadı. Görevli zat “Bu bilgisayarla program tasarlayabilir, şu bilgisayarla Cern e gitmeden Tanrı parçacığını bulabilir, şuradaki bilgisayarla ise evreni baştan yaratabilirsiniz” deyip durmaktaydı. Kızlar en sonunda ‘orta halli bir bilgisayar istediklerini, evrenin mevcut düzeniyle bir problemleri olmadığını, onu değiştirmeyi düşünmediklerini’ beyan ettiler. Görevli gösterdi onlara X marka XR480 denen şimdiki lanet o zamanki nimet laptopu. Bilgisayarın bir kampanyası da vardı, 2 yıl boyunca internet dahil 1800 TL idi. “Hıımmm” dedi ahmaklar “Ne de güzelmiş, hemen alalım”. Her kampanyanın gizlediği bir acı gerçek olduğunu bilmezlerdi o zaman. 5GB lik internetin kendilerine yetip artacağına, biraz bilgisizlikleri biraz da görevlinin iknalarıyla inandılar. Görevli bir uyarıda da bulundu onlara ‘Kota dolduğunda size bildirim gelir, ondan sonra internete girmemelisiniz’ diye. Tıpkı Külkedisi masalındaki gibi.

          Kızlar aldılar bilgisayarı ve vodemi. Adım attılar o gün internet alemine. Rapunzel hemen okey masasına girdi. Onun boş bıraktığı zamanları Bakugan oyunla doldurdu. Poena ise klasik müzik indirdi ardı ardına. O zaman hukuka yeni başladığından bilmiyordu bunun bir suç olduğunu. Rapunzel in okey puanındaki artış binleri buldu. Bakugan her güne 10 oyun sitesi sığdırdı, Poena nın müzik kitaplığı ise doldu taştı. Her gün Zuckerberg’e, Google Amcaya, klasik müzik bestecilerine şükürler yağdı. 20. günün sonunda bilgisayar ekranında beliren ibare Poena yı şaşırttı. “5GB lik internet kotanız dolmuştur.” Ama nasıl olurdu bu? Emeklilik maaşı gibi ay sonunu göremeden bitti kota. Bundan sonraki aylarda daha dikkatli girilmeye başlandı. Rapunzel in puanları yüzlerle ölçülmeye başlandı, Bakugan’ın internete girişi 1 saatle sınırlandırıldı, Poena ise müzik indirmeyi bıraktı. Ama nafile... Kotaları her geçen gün daha hızlı doluyordu. Kotanın dolduğu bu zamanlarda vodeme dokunmak bile yasaktı. Poena kimse girmesin diye vodemi her ay başka bir yere saklıyordu. Ama bir keresinde onu ortalık yerde unutmuş, Rapunzel de bunu fırsat bilip gece vakti okey masalarına akmıştı. 76 lira olması gereken fatura o ay 105 lira olmuş, aile babası interneti kapatmakla tehdit etmiş, Poena tüm suçu Vodafone ye atmıştı. 2 yıl boyunca devam etti bunlar. 15 Haziran 2012 kurtuluş günüydü. Çağrı merkezi aranarak internetin kapatılması istendi. Ama o da ne? Bize sormadan interneti 1 ay daha uzatmışlardı ve bunu iptal etmek mümkün değildi. Poena ‘sözleşme özgürlüğü prensibi var kardeşim, istediğim zaman iptal edebilirim’ diyemedi. Çünkü telefonla Rapunzel görüşme yapıyordu. Çünkü Poena telefonla konuşmaktan nefret ederdi. Ancak 15 Temmuz’da iptal işlemi yapılabileceği çağrı merkezi çalışanınca bildirildi. Şimdi biz 15 Haziran’da aradığımızda yenileme yaptık, geç kaldınız, nanay dendi. 15 Temmuz’da arayacağız yine yenileme yaptık diyecek bunlar. O zaman Poena ne yapacak? ‘Konuşmalarınız kaydedilmektedir’ uyarısına aldırmadan basacak küfrü. 
Oldukça sakin bir şekilde, hikayeleştirerek anlattım bu durumu ama, çok sinirliyim aslında. 2 yıldır illallah dedirtti bu kota. Bir de Vodafone nin kırmızı reklamı yok mu, onu gördüğümde (Pavlov’un köpeği gibi şartlanmış olmalıyım ki) basıyorum küfrü. Vodem ondan kurtulacağımızı anladığından 15 dk lık basit bir net gezisini 250 mb yapıyor. Teknik servisçi pili hala getirmedi, ona da sinirlendim. Şarj aleti de bozulmak üzere, o da ayrı bir sinir kaynağı. Bilgisayarın üreticisine ve işbirlikçisi Vodafone ye İsmail YK’dan Allah Belanı Versin şarkısını armağan ediyorum. İnşallah sizi de kotalara mahkum ederler emi...

Kotalı Günler...

2 yıl kadar önce gene bugünlerde 2 kendini bilmez girdi teknosaya. Amaçları bir laptop almaktı. Ancak bu kızlar pek ahmaktı. Adamın gösterdiği bilgisayarlar, onlar arasındaki farklar da pek anlaşılmazdı. Kızlara ahmak dedik lakin görevli onları bilgisayar mühendisi mi sandı yoksa ‘hazır bulmuşum, kakalayayım en pahalı bilgisayarları’ düşüncesinde miydi hiç anlaşılamadı. Görevli zat “Bu bilgisayarla program tasarlayabilir, şu bilgisayarla Cern e gitmeden Tanrı parçacığını bulabilir, şuradaki bilgisayarla ise evreni baştan yaratabilirsiniz” deyip durmaktaydı. Kızlar en sonunda ‘orta halli bir bilgisayar istediklerini, evrenin mevcut düzeniyle bir problemleri olmadığını, onu değiştirmeyi düşünmediklerini’ beyan ettiler. Görevli gösterdi onlara X marka XR480 denen şimdiki lanet o zamanki nimet laptopu. Bilgisayarın bir kampanyası da vardı, 2 yıl boyunca internet dahil 1800 TL idi. “Hıımmm” dedi ahmaklar “Ne de güzelmiş, hemen alalım”. Her kampanyanın gizlediği bir acı gerçek olduğunu bilmezlerdi o zaman. 5GB lik internetin kendilerine yetip artacağına, biraz bilgisizlikleri biraz da görevlinin iknalarıyla inandılar. Görevli bir uyarıda da bulundu onlara ‘Kota dolduğunda size bildirim gelir, ondan sonra internete girmemelisiniz’ diye. Tıpkı Külkedisi masalındaki gibi.

          Kızlar aldılar bilgisayarı ve vodemi. Adım attılar o gün internet alemine. Rapunzel hemen okey masasına girdi. Onun boş bıraktığı zamanları Bakugan oyunla doldurdu. Poena ise klasik müzik indirdi ardı ardına. O zaman hukuka yeni başladığından bilmiyordu bunun bir suç olduğunu. Rapunzel in okey puanındaki artış binleri buldu. Bakugan her güne 10 oyun sitesi sığdırdı, Poena nın müzik kitaplığı ise doldu taştı. Her gün Zuckerberg’e, Google Amcaya, klasik müzik bestecilerine şükürler yağdı. 20. günün sonunda bilgisayar ekranında beliren ibare Poena yı şaşırttı. “5GB lik internet kotanız dolmuştur.” Ama nasıl olurdu bu? Emeklilik maaşı gibi ay sonunu göremeden bitti kota. Bundan sonraki aylarda daha dikkatli girilmeye başlandı. Rapunzel in puanları yüzlerle ölçülmeye başlandı, Bakugan’ın internete girişi 1 saatle sınırlandırıldı, Poena ise müzik indirmeyi bıraktı. Ama nafile... Kotaları her geçen gün daha hızlı doluyordu. Kotanın dolduğu bu zamanlarda vodeme dokunmak bile yasaktı. Poena kimse girmesin diye vodemi her ay başka bir yere saklıyordu. Ama bir keresinde onu ortalık yerde unutmuş, Rapunzel de bunu fırsat bilip gece vakti okey masalarına akmıştı. 76 lira olması gereken fatura o ay 105 lira olmuş, aile babası interneti kapatmakla tehdit etmiş, Poena tüm suçu Vodafone ye atmıştı. 2 yıl boyunca devam etti bunlar. 15 Haziran 2012 kurtuluş günüydü. Çağrı merkezi aranarak internetin kapatılması istendi. Ama o da ne? Bize sormadan interneti 1 ay daha uzatmışlardı ve bunu iptal etmek mümkün değildi. Poena ‘sözleşme özgürlüğü prensibi var kardeşim, istediğim zaman iptal edebilirim’ diyemedi. Çünkü telefonla Rapunzel görüşme yapıyordu. Çünkü Poena telefonla konuşmaktan nefret ederdi. Ancak 15 Temmuz’da iptal işlemi yapılabileceği çağrı merkezi çalışanınca bildirildi. Şimdi biz 15 Haziran’da aradığımızda yenileme yaptık, geç kaldınız, nanay dendi. 15 Temmuz’da arayacağız yine yenileme yaptık diyecek bunlar. O zaman Poena ne yapacak? ‘Konuşmalarınız kaydedilmektedir’ uyarısına aldırmadan basacak küfrü. 
Oldukça sakin bir şekilde, hikayeleştirerek anlattım bu durumu ama, çok sinirliyim aslında. 2 yıldır illallah dedirtti bu kota. Bir de Vodafone nin kırmızı reklamı yok mu, onu gördüğümde (Pavlov’un köpeği gibi şartlanmış olmalıyım ki) basıyorum küfrü. Vodem ondan kurtulacağımızı anladığından 15 dk lık basit bir net gezisini 250 mb yapıyor. Teknik servisçi pili hala getirmedi, ona da sinirlendim. Şarj aleti de bozulmak üzere, o da ayrı bir sinir kaynağı. Bilgisayarın üreticisine ve işbirlikçisi Vodafone ye İsmail YK’dan Allah Belanı Versin şarkısını armağan ediyorum. İnşallah sizi de kotalara mahkum ederler emi...

16 Haziran 2012 Cumartesi

Bir doğum günü çocuğunun düşünceleri

        Sabah 10’da kalktım. Zihnimde birkaç gündür dönen sayıya yaklaşık 5 saat önce eriştin Poena dedim. Yirmi bir. 29’a kadar uzanan 20ler serisi. Hani kitap serileri var ya Alacakaranlık gibi, Harry Potter gibi işte bu da benim yaşam serim. Ve gelsin 20ler serisinin 2. kitabı. Sonra 30lar gelecek, sonra 40lar, 50ler...Ne zaman biter ki benim ömrüm. 35’ten sonrasını yazmak istemiyorum. Tanrı ile pazarlık yapabilir miyim ki? Akşam pastamı üflerken dileğim bu olacak. “Lütfen 35 yaşıma kadar canımı al ve bu süreye kadar hiçbir yakın akrabam ölmesin.”         
       Sayı hanesindeki 2. rakamın değişmesi insanı çok etkilemiyor. 20’den 21’e geçiş zor olmadı mesela. Ama 19’dan 20’ye geçiş çok fenaydı. 18’ime kadar hep büyümek istedim. Hatta msn şifrelerimi 18ime gireceğim yıl yapardım kutsal, gizli bir sayıymış gibi. 18’e girince başka bir aleme geçecektim sanki. Ama hiçbir şey değişmedi. Ya da benim arzu ettiğim şekilde değişmedi. Off Poena, sen zaten hiçbir şeyden memnun değilsin ki!
       20’ye girdiğim gün göz doktoruna gitmiştim. Doğum günü hediyesi olarak kendime lens alacaktım. Sıra alırken içimden görevli bugün benim doğum günüm olduğunu fark etse bir güzellik yapıp beni öne alsa dedim ama nerdeee. Kadın kimliğimi aldı TC no sunu girip verdi fişi. Ne yüzüme baktı ne de doğum tarihime. Sabahtan akşama kadar bir koltukta oturup bir sürü hasta insanla muhatap olunca şunların doğum tarihine bakayım da kutlayayım demiyor. “Şu kadın 38 yaşındaymış ama hala genç gösteriyor”, “Hımmm bu da benden yaşlıymış” da demiyor. Bilgileri gir-fişi ver, yeni hastayı kabul et, bilgileri gir-fişi ver. Beyin böyle işliyor işte. Oysa ben neler umuyordum... TC imi sisteme girer girmez Happy Birthday sesi bilgisayardan yükselsin. Arkadaki muayenehaneden tek katlı ama genişçe, üstü mumlarla kaplı bir pasta önümde belirsin. Ben dileğimi tutup mumu üflerken güzelce bir doktor pastayı kesmem için bir bıçak getirsin. Sonra boy boy hediye paketleri gelsin... Güzel oldu değil mi? Ama gerçek olmadı. Kadının verdiği fişi aldım, sıram gelince doktor muayene etti ve lens muayenesi için 1 ay sonraya gün verdi. Onlar benim doğum günü hediyem olacaktı ama, bugün etseler hatta lensleri de ücretsiz verseler diyemedim doktora. Bir sonraki hasta girsin diye çıktım dışarı.
Bu yıl da doktora gideyim, sivilce tedavime başlayayım, hem o 1 ay sonrasına gün vermez, alırdım hemen ilaçlarımı. Ama laptopu tamire götürecektim. 2 gündür o lanet şeyi getirip götürüyorum zaten. İlk gittiğim yerdeki teknik servis taşınmış. Googleden bulmuştum adresi. Allah googlenin belasını versin dedim. Rapunzel çağrı merkezini arayıp yeni adresi aldı. O da Allahın dağında bir yerde. Ankara çöl olmuş zaten bu sıcakta. Neyse düştük yola. İçten içe acaba oradaki görevli benim kimliğime bakar mı diye düşünüyorum. O sırada kendime de beddua okudum bu sıcakta hala doğum günümü düşünüyorum diye. Googlemaps tan servisin yerine bakmıştım, googleden oradan hangi otobüse bineceğim diye baktım 135, 185 önünden geçermiş. Geldim durağa bakıyorum ama o numaraların olduğu durak yok. Şoföre 135 nerden kalkar diye sordum, o otobüs yok ki kaldırdılar dedi (google hani bilgi kaynağıydın sen yalan beyanlarda bulunmasana bana). Adam 185 in yerini gösterdi, bindim ona. Googlemaps a göre servisin yakınlarında little ceaser pizza ve ptt olmalı. Yol boyunca little ceaser aradım ama nafile. O da taşınmıştır kesin. Google den ne hayır gördün ki googlemaps dan göresin. Ankara cehenneme dönmüş o zaman ben de zebani olayım dedim. Google ve türevlerinin alayına saydım. Sonunda ptt yi görüp indim otobüsten. Bayağı yürüyerek ve bayağı sorarak buldum teknik servisi. Bu dağ başına servis koyduğu ve 6 ay içinde pili bozulduğu için önce mal sahibi kendime sonra da bilgisayarın üreten firmaya hakaretleri yağdırdım ve girdim içeri.  Uuuvvv... Kutuplarda böyle olsa gerek. Adamlar takmış klimayı püfür püfür esiyor. Bundan sonra elektronik eşya satan yerler yazın en gözde mekanımdır. Ne gideceğim cafeye avm ye. Biz klimalara bakmaya gelmiştik derim, hepsini tek tek denettiririm azıcık ferahlar sonra da eee biz biraz daha bakınalım deyip çıkarım.
Bilgisayarı çıkardım, pili bozuk dedim. Daha bilgisayara bakmadan biz tamir etmiyoruz ki bilmemneredekicehennem bakıyor ona. Daha dün aradık burası dediler ama.. Bakayım bir ama pil zaten garanti kapsamına zor girer dediler. Aradı merkezi eğer şarj cihazını takmadan bilgisayar 30 sn çalışıyorsa tamir edilirmiş, yoksa nanay güzelim. Bizimki 3 dk çalışıyordu. Üç beş ne fark eder lan, yap şunu, doğum günüm bugün benim, kimse de kutlamadı zaten, bir iyilik yap tamir et şunu. Demedim tabi bunları. Adam ‘Böyle de kullanılır ama isterseniz yeni bir pil alın’ dedi. Adam yakışıklı falan değil, kel, orta boylu bişeydi ama sesi güzeldi. Manipüle etti beni. Lanet olsun güzel sesli erkeklere. Peki o zaman alayım ben dedim. 120 tl ye sipariş verdik. Gelince haber veririz siz buradan alırsınız, dedi. Hayır hayır, olmaz ben gelemem bir daha bu yüce dağ başına. “Kızılay’da falan yeriniz yok mu, burası bize uzak da”. Adam tamam biz eve getiririz dedi. “Bir de getirme bedeli isterseniz değil mi?” Yok deyince bende kabul ettim evin adresini telimi verdim. O yazarken bende duygularımı analiz ediyorum. Poena adam hem kel hem bodur sayılır, kasları da yok. Ama merhametli hem sesi güzel. Ama yaşlı sayılır. Ama ben olgun seviyorum zaten. Olgun seviyorsun yavrum, yaşlı değil. İbre olmazı gösterdi. Şimdi fark ettim de adamın yüzüğü var mıydı diye bakmadım hiç, orada baksaydım da olur olmaz çelişkisi yerine napcan la pili, böyle de çalışıyor zaten laptop, o parayla kitap alırsın diye akıl yürütmem gerekirdi. Sesi büzüşesice adam. Aldı 100 liramı, 20 sini de teslimde vereceğim. Eve dönerken keşke eve gelmeseydi ya ben almaya gelir onu da görürdüm diyen olurcu taraf eve gelirse daha iyi, bir çay ikram ederim diye teselli buldu.
Kızılay’a indim kendime bir doğum günü hediyesi alayım, kimsenin alacağı yok zaten niyetiyle. Girdim metro altında her tarafı eğilen insan kaplamış, noluyor yavv bugün doğanlar kraliçe mi ilan edildi, biat mı edecekler şimdi bana, Hürrem gibi sultan mı oldum.. Bunlar ayaklandılar birden. İzin vermeden niye kalktılar ki daha şimdiden beni dinlemiyorlar "Senin karşında bir sultan var" desem tekrar otururlar mı diye düşünürken derken fark ettim acı gerçeği. Bugün cumaymış. Elalem namazında niyazında benim kafa nerde. Hem biz cumhuriyet çocuğuyuz, ne biatı ne sultanlığı. Aslında fena da olmazdı hani. Kraliçe ilan etseler beni, kabarık kıyafetlerimle dolaşsam, halkı selamlasam falan. Hem yüce yetkiler de istemem ben. Vurun kellesini de demem. Sadece o unvanı versinler ve biraz da saygı göstersinler yeter bana. Offf Poena bir de hukuk okuyacaksın, nerede adalet duygun senin, eşitlik ilkesine aykırı bu durum, sıcaktan bunaldın sen, ondan bu fikirler...
Metroya bindim klimayı açmışlar sonuna kadar, içerisi de boştu. Krallık, doğum günü, teknik servisçi, Anayasa, eşitlik, sıcak hava....hepsi uçup gitti zihnimden. Geriye kalan tek düşünce : artık 21 oldun Poena.......