28 Ekim 2012 Pazar

Yaş otuzbeş yolun yarısı eder....



 
 Cahit Sıtkı böyle demiş şiirinde, lakin 46 sına varmadan ölmüştü. Bende roac yolculuğunda 35. güne geldim. Benim de yolumun yarısı bile etmedi 35. Hatta çeyreği bile etmiyor. Tam olarak 6,51428571428 de biri. Ama durmak yok, yola devam. Bu yazı da 35 günlük yolculuğumun özeti ve günah çıkarışı.
  • 35 gündür hiç patates kızartması yemedim.
  • 35 günde yalnızca 2 bardak kola içtim. O da bayram ziyareti nedeniyleydi.
  • 35 gündür hiç baklava ve yaş pasta yemedim. Ama bugün kardeşimin doğum günü. 1 dilim yerim valla.
  • 35 günde kahve yasağını deldim. Günde 1 bardak içiyorum.
  • 35 günde sanırım çok çikolata yedim. Ama doktora sordum, çikolata kolestrolü çok yükseltmez dedi.
  • 35 gündür hiç kırmızı et yemedim (Zaten yemiyordum ki).
  • 35 ünde 1 kilo verdim.,
  • 35 gündür, günde 3 lt su içiyorum.
  • 35 günde sayısız sivilce çıktı. Ama şimdi duruldular. Kusma dönemi bitti galiba. Ya da asıl saldırı için pusuya yattı bunlar.
  • 35 günde saçım bayağı döküldü. Ama hiç yağlanmıyorlar.
  • 35 günde yüzümdeki yağlanma bitti.
  • 35 günde siyah noktalar da gitti. Ama burnum süzgeç gibi delikli bir görünüme büründü. İnşallah kapanır o gözenekler.
  • 35 gündür neredeyse her gün fondöten sürüyorum. Yoksa okula gidemezdim.
  • 35 günde hafif şiddette de olsa bel ve sırt ağrıları başladı.
  • 35 gündür dudağım iyi durumda. Çünkü 1 lipstick bitirdim.
  • 35 gündür kapalı komedon denen beyaz yağ bezecikleri gitmedi (Lanet şeyler..)
  • 35 gündür lekelerim hiç azalmadı. Aksine çıkan her sivilce iz bırakıp gitti.
  • 35 gündür yüzümde ve vücudumda bir kuruluk hissetmedim. Lens kullanmama rağmen yalnızca 1 defa göz damlası kullanma ihtiyacı hissettim.
  • 35 günde burnum hiç kanamadı.
  • 35 gündür güneş kremi sürmeden dışarı çıkmadım.
  • 35 gündür yüzümde yanma ya da kızarma hissetmedim.
  • 35 gündür bir ishal oldum, bir kabız.
  • Ve 35 gündür hala intihara kalkışmış ya da böyle bir istekte bulunmuş değilim.
NOT: Sürekli roac deyip duruyorum ama bu eczacı bana gene aknetrent verdi. Muadili deyip geçiştiriyor beni.

23 Ekim 2012 Salı

Bir sivilceli, bir sivilceliye 'gel beraber cildiyeciye gidelim' demiş...

 
      30. güne geldim. Şimdi ben gün gün gelişmeleri yazıyorum ya kendimi hamile olup hemen blog açan ve doğmamış bebeği ile ilgili tüm gelişmeleri anlatan kadınlar gibi hissettim kendimi. Zaten hep kadınlar yapar bu işi. Bir erkek de çıksın eşinin hamilelik dönemi boyunca kendilerinin neler yaşadığını, hissettiğini anlatsın. Ama nerdeee... Sanırım kadının hamile olduğunu öğrenmesiyle anne olması, erkeğin ise çocuğun doğumuyla birlikte babalık sıfatına kavuştuğu miti doğru.
      
           Neyse gebelik, analık, babalık hakkında yorumda bulunabilecek bir konumda değilim. Ben kendi mevzuma geleyim. Öncelikle son birkaç gündür başım dönüyor. Roac tan değil ama. Kan testi sonuçlarının kötü çıkması ve bunun neticesinde tedaviye ara vermek zorunda kalmaktan korkuyorum. Haliyle bu gerginlik tansiyonumu düşürdü. Leyla gibi dolanıyordum. Bu kafayla gittim doktora. Benim doktorum olmadığından başka bir kadın doktordan randevu aldım (Neden erkek doktor istemediğim için bknz. Kar beyaz mendiller adlı yazıma). Veee girdim içeri. Girer girmez kadın roac mı kullanıyorsun dedi. Alnımda mı yazıyor ulan, yüzüm o kadar mı fena duruyor diye düşünürken dilim alışkanlıkla evet dedi. Kadın 'Yüzünde çok bir şey yok' (bende ufak bir sinirli gülümseme nassı yok ) dedi. Bendeniz 'fond..' der demez kadın nasıl bir seziş kabiliyetine sahipse artık 'Nee fondöten mi? Pudra, fondöten yasak. Sivilce üretimini arttırır onlar' diye sinirle söylendi bana. Ben bu lekelerle dışarı çıkamam deyince acıdı galiba daha da bir şey demedi, kan testi yaptır gel dedi. Sonra kan vermek için hemşirenin yanına gittim. Kadın saç dökülmesi için mi geldin diye sordu ( Daha 1 ay dolmadan kellik belirtileri göstermeye mi başladım ben? Yüzümden başka bir yere odaklanmadığımdan ben fark edemedim galiba bu sorunu). Ben hayır deyince o zaman roac mı kullanıyorsun diye gene bir soru sordu. Ben ağlamaklı bir eveti yapıştırdım (Sivilcem basit bir pürüz olmaktan çıkıp basbayağı bir sorun olmuş Herkes bir şeyler soruyor, bir şeyler tavsiye edip duruyor) 
      Öğleden sonra sonuçlar için tekrar gittim. Yalnız sabahkinden daha fazla korkuyorum. Ben en son dersane sınavı sonuçlarında böyle ürperiyordum. Sağolsun çok çalışkan bir dersanem vardı, ben sınavdan çıkıp eve varıncaya kadar sonuçlar bana mesajla bildiriliyordu. Ama o zamanlar bende çalışkandım. En kötü sınavım 300 üzerinden 225 falandı. Ama ben gene de çok tedirgin oluyordum o kısa bekleme süresinde. Bir de sabah kadın beni haklı gerekçelerle azarladı ya daha da kötü oldum. İşte böyle bir ruh halinde kapının önünde bekliyorum. Bir bebe kapının yanındaki koltuğa oturmuş hastanın çıkmasını bekliyor. Sarışın, renkli gözlü, muhtemelen benim yaşlarımda ve muhtemelen yanlışlıkla bu kapının önüne düşmüş... Cümleyi o kadar yakışıklıydı ki şeklinde tamamlamamı bekliyorsun ama öyle değil. Yüzünde tek bir leke olmayan bu bebe (ki hiç sevmem bebe lafını) cildiyecinin önünde bana nispet yaparcasına dolansın ve ben onu yakışıklı bulayım. Orada parçalayacaktım kendisini. Ne işin var senin orada? Geçen gidişimde doktora kusursuz cildini tescil ettirecek bir kız vardı ya, bu oğlan da onun akrabası mı acaba. Ya da cildiye polikliniklerinin önünde pusuya yatıp sizde bizim gibi olmak ister misiniz diye ürün satmaya çalışan bir çete mi var?
      Çok sinirliyim. Gerçekten çok sinirliyim. 3 hafta diyet yapıp son hafta bayram şekerlerini şu kırmızı kaplıya bakayım, şu maviye de bakayım, ee sarının boynu bükük kalmasın diye bir sürü çikolata yedim. El 3 hafta yiyip son hafta sadece su içerken şu benim yaptığım nedir yani? Katıksız salaklık hali. Bu manyakça davranışım kolestrole yansımış, kendisi düşmek bir yana 232 den 278 e fırlamış. Trigliserit gene normaldi. Ben kolestrol düşük çıkarsa günde 50 mg a çıkarmasını isteyecektim ama varolanı da kaybedebilirdim. Günde 30 mg ile yola devam. Bu şekilde devam edersem tedavi anca nisanda biter. O zamanda güneş nedeniyle iz tedavisine başlayamam.
     Bir kız kefirin kolestrolü düşürdüğünü yazmıştı. Bugün aldım. Azzz sonra bir bardak tüketeceğim. Bir işe yara kefir. Düşür şu kolestrolü....
   

18 Ekim 2012 Perşembe

Susmak ve Gitmek....

     Yetkin Dikinciler'in oyununu anlattım ama neden adamın oyununa gittiğimi anlatmadım. Bu yazı kendisini keşfediş ve takip edilesi adamlar listeme alınışının öyküsüdür.
 
      Yazın film aleminde dolanırken yolum Kabuslar Evi'ne de düşmüştü. Gerçi ben bilinçli bir şekilde oraya uğramıştım. Çünkü orada Okan Yalabık vardı. Eee o nerede ben orada. Ama yazım Okan için değil Yetkin için. O yüzden şimdilik kendisinden uzaklaşıyoruz.
    
 Kabuslar Evi serisinin Son Dans adlı 2. bölümü felçli Müyesser Hanım'ın, oğlu, gelini ve torunuyla eve taşınmasıyla başlıyor. İlk 30 dk klasik gelin kaynana çekişmesi, ana oğul, babaanne torun ilişkisi, zamanında horlanmış gelinin ucuz intikamları ile geçiyor işte. Ara ara gösterilen geçmişe dönüşlerden Müyesser Hanım'ın zamanında Selim adlı bir gençle beraber olduğunu öğreniyoruz. Bu Selim, güzelim bir vals anında Kore Savaşı'na katılacağını söylüyor. Tabi bizim kız pattadanak yere atıyor kendini. Selim geri döneceğini söylese de maalesef savaşta ölüyor.
       Kabuslar Evi'ne taşınmaları ile beraber Müyesser Hanım'ın rüyalarında Selim'i görmeye başıyor. Veee en sonunda Selim birdenbire karşısında beliriyor. Anlı şanlı bir melek kisvesiyle....
        Seriye Okan için başlamıştım ama en sevdiğim bölüm bu oldu. Neden? Çünkü Yetkin Dikinciler muhteşem oynamıştı. Adam hem güzel konuşuyor, hem güzel gülüyor, hem de güzel bakıyor. Müyesser'in 'Ben ölüyorum değil mi?' sorusuna öyle bir cevap veriyor ki insan o an o bakışla ölüyor zaten.
        Oraklı, kukuletalı, korkunç iskelet imgelemi yerine ilk sevgili biçiminde gelen Azrail fikri muhteşem. Ama sürekli ölümün soğukluğuna yapılan vurguyu sevmedim. Bence ölüm sıcak olmalı. Yakıcı değil, ılık bir çikolata gibi....
        Ölüm ve Azrail üzerine, Tanrının adalet anlayışına ilişkin bolca değerlendirmeler var. Azrail'in her an her yerde nasıl bulunabildiğine verilen 'fazla mesai' cevabı çok hoş.
Hele o sondaki vals sahnesi. Dmitri Shostakovich'in The Second Waltz'ı eşliğinde kuğu gibi süzülen bir adam ve bir kadın. O sahne benim unutulmazlarım arasında.
       Bende böyle bir ölüm anı istiyorum. Ölmeden önce öldüğünün bilincine varılan o birkaç saniye....Ve o saniyelerde hayatın film şeridi gibi gözünün önünden geçmesi.... Ve en sonunda seni uzaklara götürmeye gelen bir sevgili....
      Ve Sayın Yetkin Dikinciler,benden önce veya sonra ölmüş olsanız bile o beklenen sevgili siz olmalısınız. Son bir dans isterim sizden. Haberiniz ola.....

17 Ekim 2012 Çarşamba

Övünülesi Bir Verimsizlik...

       Hafta sonu ben ve sivilcelerim tiyatroya gittik. Zaten bu aralar birlikte o kadar çok vakit geçiyoruz ki... Artık benden sıkılsalar da başka diyarlara gitseler diye bekliyorum.
       Oyunumuz Profesyonel. Yetkin Dikinciler ve Bülent Emin Yarar kalkmış taaa İstanbul'dan gelmişler buraya. Bende tiyatro sezonunu açmak ve Yetkin'in sesini duymak için hazırlandım gittim. Daha önce Şinasi Sahnesi'ne hiç gitmemiştim. Büyük Tiyatro kadar şaşaalı değil ama kırmızı halı kaplı merdivenleri muhteşem. İnsanın siyah bir tuvalet giyip yanına da  frak giymiş bir adam(Cemcir etkisi) alıp o merdivenlerden süzülesi geliyor.
    Salon ağzına kadar doluydu. Ankaralılar seviyor tiyatroyu. Ünlü diyebileceğimiz insanlar bu şehirde pek bulunmadığından ünlü insanların oyunlarına daha fazla talep oluyor gibi gibi. Bileti 13 gün önceden almama rağmen O sırasında yer bulabildim.
      Oyuna gelirsek.... Bir yayınevinin genel yayın yönetmeni Teodor ile sonradan gizli polis olduğunu öğrendiğimiz Luka arasında siyasete, edebiyata ve biraz da kendi yaşamlarına dair konuşmalar yer almakta. Daha fazla açıklama yapmayacağım. Çok merak ettiysen al bir bilet izle.
      Oyunla ilgili değerlendirmelere gelirsem, güzel sistem eleştirileri yapılmış. Güncel siyasete ilişkin çıkarımlarda bulunmamak elde değil (Zaten tiyatronun ve genel olarak edebiyatın bu özelliğini seviyorum, asla eskimiyorlar, her döneme ait olabiliyorlar). Oyun için mükemmel diyemeyeceğim, ama çok güzel diyebilirim. Lakin o 'çok' kısmı Yetkin Dikinciler için eklendi. Zira kendisi oyunda olmasaydı sadece güzel olarak nitelendirebilirdim. Bülent Emin Yarar'ın abartılı ve bence gereksiz mimikleri beni fazlasıyla yordu. Martha ve Bülent Bey ile Yetkin Dikinciler arasındaki boy farkının fazlalığı da bir sorun yarattı benim için. Luka'nın Teodor'u Kant ve Hegel gibi adamlar adına çalışmakla suçlaması ve Teodor'un buna verdiği sulu tepki güzeldi. Daha sonra bu tepkiye yapılan atıflar da hoştu. Ayrıca o didaskali ne güzel bir kelimedir. Sırf Yetkin'in ağzından onu duyabilmek için bile oyuna tekrar gidebilirim.
     Oyuna bir daha gider miyim? Luka'nın mimiklerini görmemek için gözümü kapatacak bir eşarp, Yetkin'in sesini daha iyi duyabilmem için öndeki koltuklardan bir bilet bulabilirsem neden olmasın?

NOT: Başlık oyundaki bir replikti. Yetkin bunu söylediğinde çok mutlu oldum. Sanki benim için söylenmiş bir söz.
NOT2: Sürekli Yetkin deyip durdum kocaman adama. Ama ben sevdiğim insanlara adıyla hitap ederim hep. Saygısızlıktan değil ona duyduğum yoğun sevgiden yani....
   

15 Ekim 2012 Pazartesi

İki İki Yirmi İki.....



 
       22.güne geldimmmmm. Ama roac yolculuğumun iyi geçtiğini söyleyemem. Her gün birkaç sivilce çıkıyor yüzümde. Ne ara beliriyorlar ne ara sönüyorlar, takip edemiyorum artık. Yüzüm eski hallinden daha kötü şu an. Hametan sürüp birkaç fotoğraf çektim  tedavinin seyrini takip açısından. Kendi yüzüme bakmaktan iğrendim doğrusu. Eğer ilerde ilaç  yüzümü tamamen düzeltirse, yayınlarım o fotoları. Aksi halde kendi bedenimle birlikte imha edeceğim onları.
        Miras hukuku dersi için birkaç sivilcemi sıkma suretiyle katlettim az önce. Çok üzgünüm ama sizlerle derse gidemezdim. Umarım bu acı ayrılığımız iz bırakmadan son bulur.
        Diyeti de bozdum bu aralar. Şekersiz de olsa kahveye başladım. 2 günde bir de çikolatayı gönderiyorum mideye. Belki de ondan arttı sivilceler. İlk hafta çok çıkmıyordu çünkü. Aslında sivilceler önemli değil sıkarsın geçer de kolesterol yükselmesin bari. Kadın ilaç vermez yoksa. Trigliseridin de artmaması lazım.
       Roac yan etkilerini de göstermeye başladı. Saçım artık yağlanmıyor. Hatta çok yakında yağlanma problemim tamamen bitecek. Çünkü yağlanacak saçım kalmayacak. 2. haftadan beri ne zaman elimi saçıma atsam 3-5 tel geldi. Banyo vakti saçlarım için birer katliam anı gibi. Dökülen saçlarımdan gider tıkanacaktı neredeyse. Bioblas şampuanı alıp içine bepanthene ampulün 5 şişesini de boşalttım ( Bir sitede okudum bunu). İnşallah bir işe yarar. Yağlanma problemi bitti ama kepeklenme başladı. Şampuanın ona da iyi gelmesini umut ediyorum (Şampuan senden de çok şey istedim ama bir el atıversen şu saçlarıma...).
       Dudak kuruması olmadı henüz. Çünkü daha şimdiden 1 lipstick bitti. Yatmadan önce de hametanı sürüyorum. Her  gece tuvalet seanslarımdan sonra da yeniden lipstick sürüyorum.
Çok tuvalete gidiyorum artık. Neredeyse yeni bir yaşam alanı oldu orası. 2.haftada sırt ağrıları başladı (Her halt da 2. hafta olmuş lan). Su ile ağrılar arasında nasıl bir ilişki var bilmiyorum ama günde 3 lt su içmeye başlayınca ağrılar gitti (Bunu da bir sitede okudum). Ağrıyan bir sırttansa, tuvalette geçirilen fazla zamanı tercih ettim bende. 
      Lens kullanmama rağmen göz kuruluğu başlamadı (Su burada da işe yarıyor galiba. Ya da ben daha roac işkencesinin başlarındayım henüz kuruluğa sıra gelmedi). Ben gene refresh göz damlasını aldım.
      Psikolojime gelecek olursak kendimi eskisinden kötü hissetmiyorum. Hatta bazen roac sayesinde bayağı eğleniyorum. Geçen, öyle bir geçer zaman ki ye bakıyordum. Acıklı bir sahne var idi ( Ben etkilenmedim ama fondaki müzikten anladım hüzünlenmek gerektiğini. Tabi biz aptalız ya ne zaman ağlayacağımızı müzikler sayesinde anlıyoruz. Lanet olası gülme efektleri de başka bir dert.). Normalde etkilenmem zaten ama roac sayesinde depresyona bağlamış olabilir miyim diye kendimi yokladım. Ama yok kardeşim. Zerre gözyaşı gelmedi. Sonra da ne yapıyon lan Poena diye gülmeye başladım. Gene başka bir geçen zamanda dişimde bir sancı vardı. İçine bir şey mi kaçtı acaba diye ağzıma bakınırken fazla açmış olmalıyım ki sivilcemin teki patladı. İğğğğğreeennnçççç bir an yani. Önce tiksindim sonra gene gülmeye başladım. Ulan roac, sayende ne rezillikler yaşıyorum.
      22. güne özel, az önce patlattığım sivilcelerime ve onları üzerime salan roac a bir şarkı armağan etmek istiyorum:
           " Yeter güzelim yeter
             İki iki yirmi iki eder
             Bırak yakamı bırak
             Bu izler beni deli eder "
      
NOT: Şarkının sözlerini İbo'dan arakladım. Telif ücretini bilahare yollarım....

12 Ekim 2012 Cuma

Yanıyorum dostlar, şu sıralar efkarım var...



     19. güne geldim. Geçen hafta 10 a yakın sivilce çıktı demiştim. Onlar, bu hafta Poena'yı zıvanadan çıkarma zirvesi yaptılar. 10 tanesi toplandı ve bir gün içinde yüzümün muhtelif bölgelerinde belirdiler. Eyyy çenemin ucunda çıkma becerisini gösteren sivilce... Allah senin belanı versin... 3 gün boyunca gitmedin, her gün daha fazla şiştin. Sıksam iz kalacak sıkmasam bu halde okula gidemem. Bende okula gitmemeyi tercih ettim. Ama o eşşek sıpası şey (eşşek değil eşek ama o sivilce hak ediyor bunu) kendi gibi büyük bir iz bırakıp gitti. Bir bela da sana gelsin izcik.
       Bu aralar en çok yaptığım şey okula gitmemek. Okul takvimimi dekanlık değil sivilcelerimin halet-i ruhiyesi belirliyor. Sabah 7 de kalkıp yüzümü incelemeye başlıyorum. Eğer iyiyse günlük rutine devam -tatsız tuzsuz kahvaltı, ilaç, giyinme, makyaj, evden ayrılış-. Yook eğer yüz fenaysa cumburloooop yatağa. Normalde ne güzel okula gitmedim derim ama 4. sınıfa geldim, okul bitecek yakında -yani ben öyle umuyorum- son demlerinde güzel güzel gitseydim, azıcık vakit geçirseydim okulumda. Ama roac yüzünden evin içinde bile dolanamıyorum. Hametanı sürdükten sonra tüm lekeler, sivilceler parlıyor. Rapunzel de benim dalga geçiyor. Aaa şurda bir sivilce çıkmış... Aaa şurası kabarmış, yarına sivilcen hazır deyip duruyor. Sanki ben bilmiyorum.
       Çenemdeki kapalı komedon denilen beyaz yağ bezecikleri büyüyüp duruyorlar. Sivilce olsalar en azından sıkarsın kabarıklığı gider. Bunlar sıkılmıyor da. Lekeli yüzüme bir de pürüz katıyorlar. Çene bölgemde yoğunlaştılar. Zamanında sahip olsaydın o çenene, az tatlı yeseydin, onlar da olmazdı dercesine. Roaccutane nin lekelerde çok iyi olmadığı söylenmiş. Bence bu komedonlar da gitmez. Aslında bu ilaç bir halta yaramayacak , boşuna içiyorum. Ooofffffff... Çok mutsuzum lan.... İlacın depresyon etkisini şu an anlıyorum. İyi ki okulda devam zorunluluğum yok, yoksa intihar edenler sayısına bir ekleme yapabilir idim.
       Biraz da ilacın olumlu etkilerine geleyim. Okula gitmiyorsunuz. Tabi devam zorunluluğunuz yoksa. Diğer etki zayıflayabilirsiniz. Ben 15 günde yarım kilo kadar verdim. Ama nereden gitti onlar bilmiyorum. Bir de midem artık hiç guruldamıyor. Normalde insanın acıkınca karnı guruldar. Ama benimkisi strese, gerginliğe bağlı olarak sürekli gurulduyordu. Dershane zamanında deneme sınavları benim için işkence idi. O sınav sessizliğinde karnımdan öyle sesler çıkıyordu ki alllaam yar yeri, gireyim içine diyordum. Tabi yer yarılmıyordu. Bende soruları bir an önce çözüp çıkıyordum. İşte şimdi hiç guruldamıyor midem. Daha stresliyim ( çünkü açım, çünkü tatlı yiyemiyorum, çünkü her gün yeni bir sivilceyle uyanıyorum, çünkü....) ama hiç ses yok karnımda. İçimdeki kurbağa öldü lan. Çok yalnız hissediyorum kendimi.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Bir İneğin Bayram Protestosu...


       Kolesterolünü düşürmeye çalışan bir kızın, az önce yediği çikolatanın üzerine
hissettiği pişmanlık duygusuyla kaleme alınan yazıma başlıyorum.

       Niye yedim ki ben onu? Bu kadar mı iradesizim. Kolesterol gene yüksek çıkarsa doktor keser ilacı. Kadın özellikle belirtti diyet yap diye. Ama ben götürdüm çikolataları, nesquik in kakaolu mısır gevreklerini. Kaç kalori, ne kadar yağ var onlarda biliyon mu sen? İlaç nedeniyle kanına karışacak vücudundaki yüksek yağ oranı yetmez gibi bir de üstüne sen ekle. Tamam et yemiyosun, salam sucuk sosis yemiyosun, kola da içmiyorsun ama bunları zaten çok fazla yapmıyordun ki. Hiç yapmayınca kolestrol sandığın kadar düşmeyecek. Ben eskiden ne güzel uyardım kurallara. Yap denileni ikiletmez, yapma denileni yapmayı düşünmezdim bile. Uysal, munis, çalışkan bir kızdım. Üniversite bozdu beni. Hem benliğimi hem de cildimi. Şimdi ikisi de tedavi olmuyor.
       Roac la 10. günü devirdim. Dudaklarım kurumaya başladı. Saçımdaki yağlanma aynı ama pul pul dökülmeler başladı. Geçen gün biraz sıcak suyla yıkadım. Onun da katkısı oldu galiba. Dudağım dışında yüzü hala yağlı. Siyah noktalar daha belirgin hale geldi. Roac okumalarıma göre siyah noktalar büyüdükten sonra ciltten atılmaya başlıyormuş. Birkaç haftaya onlardan kurtuluyorum yani. Ama sivilce lekeleri hala aynı. On günde 15 e yakın irili ufaklı sivilce çıktı. Boynumda bile var.Birkaç günde kurudular ama onların da izleri kaldı. Bu ilaç ize iyi gelmiyormuş zaten. Bebek gibi cilt hayal oldu. 
        Bir de sırt ağrısı başladı. Normalde dik oturamam, omuzlarım hemen çöker, kamburum çıkar. Derslerde 50 dk böyle oturunca ağrılarıma şaşmamalıyım. Ağrı yüzünden okula gitmedim bugün. Eğildikçe sızlıyordu ama akşama doğru geçti. Bende okulu ektiğimde kaldım :)
         Asıl önemli sorun kabızlık. Ben karın şişliğimi çok su içmeme bağlamıştım. İçimde bir okyanus var demiştim hatta. İlaçla ilgili yorumları okurken birkaç kişi kabızlıktan bahsedince dikkatimi çekti. Birkaç gün boşaltım düzenimi takip edince gördüm ki hakkaten yediklerimi çıkarmıyormuşum ben.Meğer içimde bir okyanus değil bir posa çöplüğü varmış. Farkındalığım artınca hastalığımın şiddeti de arttı. Eskiden neşeli neşeli giderdim tuvalete. O daracık ortamda, geçirdiğim kısa süreye rağmen aklıma binbir yeni fikir gelirdi. (Gene de tuvalette gelen yaratıcı düşünceleri daha uygun bir ortamda gözden geçirmekte fayda var). Ama şimdi acı verici bir sürece dönüştü bu. Sular böbreklerimden rahatça süzülürken katı şeyler oraya takılıp kalıyor. Kabıza ne iyi gelir diye bakındım, bol bol su için ve yeşillik yiyin diyor. Eee zaten onu yapıyorum. Bir inekten tek farkım süt ve yoğurt yiyebilmem (İnek süt içebiliyor mu acaba?) . İneğin benekleri varsa benim de sivilce izlerim var. Veeee...Karşınızda inekgiller familyasından Poena. 
        Bayram da geliyor. Bayramla birlikte kuzenlerim de geliyor. Bu yüzle nasıl çıkacağım ben insanların karşısına. Herkes soracak noldu yüzüne diye. Bayramlar bana gelmiyor. Her bayram öncesinde bende uçuk çıkıyor. Dudağımda olsa rujla kapatırım ama çenemde çıkıyor lanet şeyler. Aslında bu bayram çıksa fena olmaz. Uçuk bulaşmasın diye insanları öpmekten kurtulurum. Teması çok sevmiyorum bir de fondötenli yüzle hiç olmuyor. Makyajın onun yüzüne bulaşıyor, dokunduğun kişi sayısı arttıkça makyajının bozulma olasılığı artıyor,yanlışlıkla gömleğine, T shirt üne değersen orada bir leke oluyor. Kendimi kötü hissediyorum sonra. Hem bayramda tatlı da yiyemeyeceğim. Neyleyim ben öyle bayramı. Gül 30 Ağustos a katılmamıştı bende Kurban Bayramına katılmıyorum. Bayram kutlamalarını iptal ediyorum.Zaten kurban kesilmesine de karşıyım. Evimde oturacağım ben...