31 Aralık 2012 Pazartesi

Noel Babaya İcap....


    Boktandın 2012. Olur da ileride bir nostalji yapayım dersem sana dair hiçbir şey aklımda kalmaz herhalde. İyi ki gidiyorsun bebeğim.
          Bari yılın özetini çıkartayım. Okulun en iğrenç senesi 3.sınıfla yılın yarısı gitti. Tüm yılım medeni usul, vergi hukuku gibi gereksiz derslerle geçti. Medeni usulü zaten alttan alıyorum. Vergiye dair aklımda kalan tek şey milli piyangodan büyük ikramiyeyi kazanırsam %10 luk veraset  ve intikal vergisini ödemek zorunda olduğum. Daha cebine girmemiş paranın vergisini hesaplatan yerdir hukuk fakültesi.
       Onun dışında aşk meşke dair bir halt olmadı. Tüm yıl güzel aşklar sizi bekliyor diye beni kandıran günlük fal yazarlarına selam olsun. Boşuna umutlandırdınız lan beni. Gönül ister ki bir dava açayım, kandırdılar beni hakim bey diyeyim bir aynen ifa talep edip bana sevgili bulmalarını isteyeyim o olmadı bari tazminat versinler diyeyim ama maalesef hukukun alanına girmiyor bunlar.
       Yılın en iyi olayı İstanbul'a gitmemdi. Gerçi İstanbul'un harap ve viran halini görünce ondan aldığım zevk ile bana verdiği acı birbirini dengeliyor. Haliyle oradan da bir kazancım yok.
      Tabi Tarkan'ı 2 defa dinleme şerefine nail olmak güzeldi. Onun dışında Aamir ve Hint sinemasını keşfetmek da yılın getirdiği güzel şeyler.
      Akne belasından bu yıl da kurtulamadım. 2013 e bile sivilceli gireceğim. Yanağımda bir tane çıktı yılın son gününde.
       Onun dışında neler oldu desem hiç bir şey olmadı dedim ya yazının başında. Daha ne düşünüp duruyorsun. Şimdi bile ders çalışıyorum. 2Ocak a sınav koyan sevgili fakültem sana da selam olsun.
      Bak aklıma Pargalı geldi gene. Bu yılı da çıkardın yavrum ama seneye ölüm geliyor. Nasıl üzülüyorum anlatamam ya. Ders çalışırken hatırlıyorum şöyle bir iç çekiyorum sonra derse devam etmek zorunda kalıyorum. Öldürmeyin lan adamı. Başbakan olsaydım sözümü dinlerdi o senarist, ama aciz bir kul olarak bir şey yapamıyorum ki. İktidarın gözü kör olsun.
     Şimdi yeni yıl isteklerine geliyorum. Milli Piyango İdaresi'nden bilet numarama şöyle bir 250 bin civarında ikramiye vurdurmasını istiyorum. Eros senden Okan Yalabık'ı bana aşık etmeni istiyorum. Hocalardan bana vizelerde 80 ve üzeri not vermelerini istiyorum. Sonra AÜHF den bu sene diplomamı vermesini istiyorum. ÖSYM den beni tarih bölümüne öğrenci olarak kaydettirmesini istiyorum. Tercihen ODTÜ, Ankara ya da İstanbul üniversitesi. Sonracığıma aknelerimin ve lekelerinin gitmesini istiyorum. Şimdilik aklıma gelenler bunlar. Aslında Noel Baba, sen boş bir kağıdı imzala ver bana. Ben aklıma geldikçe doldurayım, sen de onları yerine getir, olur mu? Kendine iyi bak, öptüm bay.

NOT: Sözleşmenin meydana gelebilmesi için gerekli olan iki irade açıklamasından zaman bakımından önce yapılana icap, sonra yapılana kabul denir. İcap sözleşmenin doğabilmesi için teklifte bulunmak demektir.

20 Aralık 2012 Perşembe

İbrahimname

       Tarih deyince aklımda hemen masal kavramı belirir. Prensler, prensesler, padişahlar, görkemli saraylar, kıyafetler, uşaklar, savaşlar ve barışlar.... Gerçekten ziyade bilinmeyen bir ülkede, bilinmeyen bir zamanda geçen öyküler gibime gelir daima. Tarihi gerçeklik denilen şeye inanamam bir türlü. Tarih ile gerçeklik yan yana gelemez ki. Birkaç adamın izlenimlerini yazdığı kitaplardan, çizdiği resimlerden gerçeklik ne kadar çıkar? Şimdi bile yanımdaki adamın neyi neden yaptığını bilemezken yüzyıllar önce yaşamış bir insanların ne saiklerle davrandığını nasıl bilebilirim? Onu nasıl suçlar ya da aklarım? Tarihte nedenler olmaz. Yalnızca olaylar vardır. Tarihçiler de birtakım bilgi kırıntılarıyla olayların nedenlerini bulmaya çalışır. Bu nedenlere doğru ya da yanlış diyemeyiz. Yalnızca bu onun yorumu denilebilir. Daha fazlası değil. Aksi halde biz, başka bir yorum getirmiş oluruz. Ve hiçbir yorum diğerinden daha az değerli değildir.
      Niye sivilce yazılarını bıraktım da tarihe ilişkin yorumlar getirmeye başladım? Okul bitmek üzere ve ben hukukun bana göre olmadığını farkediyorum. Tarihi daima sevmiştim. Her şeyin uzakta olması, mutlak gerçekliğe hiçbir zaman ulaşamayacak olmak ve daima fantezilere(nedenlere ilişkin kurgular) açık bir alan olması onu cazip kılan özellikler. Daima mazide yaşayan benim için biçilmiş bir kaftan. Ama yazının asıl sebebi bu değil. Sebebim İbrahim...
  http://media.startv.com.tr/PhotoGalleries/6224/10017.jpg   
      Muhteşem yüzyıla olan sevgim büyük. Kanuni ile Halit Ergenç gibi sevdiğim 2 adamın aynı bedende buluşmuş olması  nedeniyle başlamıştım diziye. Lakin gönlüm sonradan Paşa'ya kaydı. 'Bu ne güzellik, bu ne yüz, bu ne kokudur? Aklım saçının kokusuyla doludur, Poena ansızın divane oldu, bu ne aşk, bu ne dert, bu ne huydur?' diyerek celladın Kanuni'den çaldığım şiiri sana armağan ediyorum İbrahim.
     İşte bu İbrahim aşkı, dün geceden beri derin kederler yaşatmakta bana. Mustafa'nın rüyasında Paşa'nın başı olmayan gölgesini görmesiyle kalbim sıkışmaya başladı. Sonra ramazan ayına ilişkin bir sürü yasağı içeren ferman okundu. Yani Pargalı'nın vadesi dolmak üzere. Daha sonra maviler giymiş Hürrem'in ninja kaplumbağalara benzeyen adamlarının gözükmesiyle kalbimden gelen derin bir iç çekişe engel olamadım. Gerçi Pargalı'nın ölümü o şekilde değil, daha 1 ya da 2 bölümü var ama ben gene şimdiden başladım üzülmeye.
      İtiraf etmeliyim ki diziye kadar Pargalı'nın varlığından bihaberdim. Benim için Muhteşem Süleyman döneminde yaşamış bir sürü sadrazamdan biriydi. Hatta adını bile bilmiyordum. Ama bilgisizlik, öğrenme isteğine engel değildir. Başladım Pargalı hakkında okumaya. Hatta Pargalı döneminde edebi yaşamı anlatan bir tez bile okudum. Ama kendisinin büyük bir edebiyat hamisi olduğu gerçeği dışında hayatına ilişkin bir bilgi yoktu. Evet en büyük sorun buydu. Kendisine ilişkin hiçbir bilgi yoktu. Dönem siyaseti üzerinde oldukça etkili, ancak kendisinin başarıları Kanuni'ye atfedilmiş. Ne de olsa o bir padişah değil mi?
    Kendisi 1493'te Parga'da doğuyor. Rum veya İtalyan kökenli olduğu sanılıyor. Küçük yaşta korsanlar tarafından kaçırılıp Manisalı dul bir kadına satılıyor. Dizide bu devşirme ruh hali çok iyi yansıtılmıştı. "Yoksa döndüm, değiştim, geldim dediğin her yerde, her dilde ve dinde hala dönme misindir?Dönmek kabiliyet değil, zaruret midir İbrahim?"
     Bu aşağılık psikolojisinden bir türlü kurtulamamıştı bence. Kanuni'nin tahta çıkışıyla beraber hasodabaşı, sadrazam, Mısır beylerbeyi, seraskerlik gibi birçok makamda yer alıyor. Basit bir köleden bir sadrazam yarattın ancak kibrine engel olamadın. Ve yükselişinin çabukluğu gibi düşüşünün de çabuk olacağını öngöremedin. Ama büyük insanlara büyük ölümler gerek değil mi?
    Evlilikleri konusunda da bir belirsizlik mevcut. Bir görüşe göre padişahın kızkardeşi Hatice Sultan ile evlendiği, diğer görüşe göre Muhsine Hatun adında saraydan olmayan bir kadınla evlendiği yazılı. 3. bir görüşe göreyse Hatice Sultan ile evliyken Muhsine Hatun'a aşık olduğu hatta Hatice Sultan'ın bu duruma üzülmesi nedeniyle Kanuni'nin böyle bir ölüm kararı verdiği ileri sürülmekte.
    Kanuni ile olan ilişkileri ise fazlasıyla karmaşık. Bir kısım Mevlana-Şems ilişkisi gibi tamamen ruhani bir gönül bağı olduğunu ileri sürmekteyse de bir kısım işe cinselliğin de karışmış olabileceğini düşünüyor. O dönemde oğlancılık büyük günah olarak görülse de sıklıkla yaşanan bir olgu. Pargalı'nın hızlı yükselişini ve Kanuni ile olan bu yakın bağlılığını bu ilişkiye bağlıyorlar. Ayrıca Pargalı'nın Hürrem'i, çok sevdiği padişahının eşlerinden bir değil de bir rakip olarak görmesinin sebebi de bu olabilir denilmekte. Keza Hürrem'in ona duyduğu büyük nefretin temelinde de kıskançlık yatıyor olabilir. Dizinin bu bölümünde de Hürrem Pargalı'yı hünkarını zehirlemekle suçladığında 'Senin nasıl bunu yapman mümkün değilse, işte o sebepten mütevellit benim de bunu yapmam mümkün değil' cümlesi bu düşünceye bir gönderme midir?
     Hürrem ile Paşa ilişkisine dair bir rivayet de Cahit Ülkü'nün masal olmayan masallar üçlemesinin Pargalı İbrahim Paşa kitabında yer almakta. Kitapta esir alınan Hürrem'in öncelikle Paşa'ya sunulduğu, orada bir eğitimden geçtiği yazılmıştır. Zamanla Hürrem ve  Paşa'nın birbirine ilgi duyduğu ancak Paşa'nın nefsine yenik düşmemek adına kızı padişaha sunduğu yer alıyor. Daha sonra Hatice Sultan ile evlenen Paşa'ya iyice sinirlenen Hürrem onu öldürmesi için Kanuni'yi kışkırtıyor.Elbette bunlar bir yorum. Lakin bunların katiyen gerçek olamayacağını demek doğru olmaz. Tabi bir zaman makinesi icat edilip geçmişe dönmek mümkün olmadıkça...
      Kanuni'nin kendisine bağışladığı (bence kendisinin de hak ettiği) bu yüce yetkilere sahip İbrahim Paşa'mız gizli iktidar olarak yer alır. Dizide geçiyordu buna ilişkin bir cümle vardı: 'Bir padişah olmaktan daha üstünü, bir padişah üzerinde hüküm kurmaktır.' Ama zamanla bu bağışlamayı unutup kendini asıl güç kaynağı görmeye başlar. Kanuni boşuna demiyordu iktidar tehditttir, kör ve sağır eder diye.. Tamam zekisin, başarılısın, güçlüsün biliyoruz. Lakin ne diye dile getirirsin be adam. Avusturya elçilerine söylediği sözlerle çöküş dönemini başlatır(1). Daha sonra İskender Çelebi'yi idam ettirmesi, Şehzade Mustafa'ya olan düşkünlüğü sebebiyle Hürrem'i karşısına alışı vb. sebepler çöküşte etkili olmuştur.
      Kanuni Pargalı'yı öldürmeye karar verdikten sonra bir engelle karşılaşır. İbrahim Paşa'ya seraskerlik rütbesi verildikten sonra Paşa bu görevle kendisini ölüme daha fazla yaklaştırdığını söylemiştir. Kanuni de güvence olarak ben yaşadığım, bu gözlerim gördüğü müddetçe ölüm cezası vermeyeceğine dair bir belge hazırlamıştı. Bu sebeple ben nasıl öldürürüm bu adamı derken dönemin şeyhülislamı Ebusuud Efendi'den yardım ister. O da hukukun arkasını dolanmaya müthiş bir örnek teşkil eden fetvasını verir. Paşa, o kıymetli hünkar uyurken öldürülmelidir. Çünkü uyku hem yarı ölüm halidir, hemde gözler görmez(3.sezon fragmanında vardı bu). Paşa'mızın öldürüleceğini bildiğine dair rivayetler var. Kendisi kaçmayı değil, hünkarının eliyle öldürülmeyi seçmiş olmalı. Mart'ın 14 ünü 15 ine bağlayan gece Kanuni, Hürrem ve Paşa uzun bir iftar sofrasında bir araya gelmiştir. Her an öldürülme korkusuyla ne yapmıştır İbrahim?  Neler hissettiğini keşke bilebilseydim. Bir yanda yıllardır yanında ama sınırında bulunduğun padişahın, diğer yanda senin vasıtanla hünkara sunulmuş ama sonunda senin ölümüne sebep olmuş Hürrem.... Ne düşündün? Ne düşledin? Hiç keşke kaçsaydım dedin mi? Ya da ben bunu da atlatırım düşüncesi geçti mi kafandan?
       İftardan sonra Paşa haremde ağırlanmış, Kanuni uykuya dalarken 4 dilsiz cellat tarafından Paşa boğulmuştur. Naaşı Galata'da ki Canfeda Zaviyesinde yer almakta. İstanbul'a gidersem mutlaka uğrayacağım buraya.
      Dizide sanırım Mohaç Zaferi'nden sonra Matrakçı bir Süleymanname yazdığını söylemişti. Bizim kibirli Paşamız da neden İbrahimname yazmıyorsun demişti. Bu yazım sana armağan olsun İbrahim.


(1)Baş alan o sözler : 'Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir: Memuriyetleri ben veririm; eyaletleri ben tevzî ederim; verdiğim verilmiş ve reddettiğim reddedilmiştir. Büyük pâdişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmiyecek olursam gayr-i vâki gibi kılınır; çünkü her şey harb,sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir.'

12 Aralık 2012 Çarşamba

Deforme olmuş zihinler...



       70 i yaptık bari 80. gün yazısını da yapayım. Şimdi geçen hafta yalnızca 3 tane sivilce çıktı. Bir tanesi her zamanki gibi çene bölgemdeydi. Okula gittiğim halde aramızda bir bağ oluştu. Kıyamadım, sıkamadım. Ve gene her zamanki gibi kendi gitti izi kaldı elimde.
       Bir tanesi yanağımdaydı. Yıkarken biraz haşin davranmış olmalıyım ki patladı gitti. Vallahi istemeden oldu. Özür dilerim sivilce. Diğeri zaten küçük bir şeydi. Kurudu gitti o.
      Doktor sivilce çıkışını engellemek için (nihayet akıl etti) dozu günde 40 mg a çıkarmıştı. Bende test etmek için biraz tatlı yiyeyim dedim. Dün 4 tane halley, 1 tane dankek; bugün 2 tane dankek yedim (ve gün daha bitmedi :) ). Tüm bu çabalarım sonucunda tıp aleminin yanıldığını kanıtladım. Şu an 2 tane sivilce var. Boynuma yakın yerdeler. Şimdilik patlatmayı düşünmüyorum ama ilerleyen saatlerde ne olur bilemem.
      Sivilce çıkmasını seviyorum ya. Her gün onları sayıp, büyüklüklerini ölçüyorsun, gerektiğinde sıkıyorsun falan. Gerçi lekelerde sayılabilir ama onlara müdahale imkanı yok. Deri altına nüfuz eden bir elim yok maalesef. Onlar kırmızı kırmızı durmaktalar. Sinir bozuculuk seviyeleri ilaca başladıktan sonra daha da arttı tabi.
     Sıkıntıdan tatlıya başvurduğum anlar dışında saçımla ilgilendim. Bepanthene-bemiks-evigen üçlüsünü denemeye karar verdim. Bemiksin kötü koktuğunu okumuştum ama bu kadarı çok fazla. Kaba yalnızca 2 damla döktüm (zaten toplasan 10 damla etmez şişe) ve tüm mutfağı bir koku kapladı. O sırada annem içeri girip ne yaptın sen, ne bu koku diye başladı. Şişeyi hemen çöpe attım, kalan 4 tüpü de atacağım. O şeyi saçıma sürüp nasıl yatabilirim ki ben. Bepanthene ve evigen karışımını saç diplerime yedirdim. Tabi yettiği kadarıyla. 4 ml ile tüm saçımı kaplamam beklenemez herhalde. Ya bunu dedim de hani yüze sürülen ilaçlarda mercimek tanesi kadar bir ölçü birimi vardır ya beni delirtir o. Ulan mercimek tanesi kadar şeyi ben nasıl yüzümün tamamına süreyim. İsotreksin e de öyle dediler, değil mercimek nohut, neredeyse bir misket boyutunda aldım sürdüm bir yanağıma. Gene de bir halt olmadı. Manda derisi gibi bir cilde sahibim galiba. Gerçi ilaç yüzünden şimdi öyle değil.
      İlaca Ankara soğuğu eklenince çok kurudu cildim. Masanın kenarına kolumu koyuyorum ve 10 sn sonra dümdüz bir çizgi beliyor. Temizlik yaparken çiziliyor bazen kanıyor. Burnum da kurudu. Dudaklarımın 2 kenarı da yarıldı. Palyaçolardaki gibi bir kırmızılık var.
     Yediğim kek ve halleyler dışında sağlıklı beslenme adına ceviz, bal, süt ve yoğurda devam ediyorum. 3 lt su da var tabi. Aslında onu 4 e çıkarırsam kuruluk bir nebze azabilir ama bu sefer de böbrekten olmak var. Karaciğerim zaten fazla mesaide, bir de böbrek eklemeyelim.
     Bunlar sağlık blogçusu misyonu adına yazdıklarımdı. Biraz da günlük hayata gelelim. Son günlerde Mayalar haklı çıksın diye dua eder oldum. 21 Aralık'ta kıyamet mi kopacak, yeni bir boyuta mı geçeceğiz, ne olacaksa olsun da ben şu sınavlardan kurtulayım. Toplamda 11 dersim var. İngilizceyi geç kaldı 10 ders. Ben o derslerden sadece birini çalıştım. Onu da anladım mı bilmiyorum. Sınavlar 2 Ocak'ta başlıyor. Kalan 21 günde 9 ders daha çalışmak ve çalışılan o biricik dersi unutmamak gerek. Yazı yazacağıma oturup çalışsaydım o biri 2 yapabilir miydim diye düşünüyorum ama mümkün değil. Kıymetli evrakta hoca bir şey anlatamayıp 'Kadınlar 32 den erkekler 35 ten sonra deforme olmaya başlar, spor yapın, daha iyi kısmetler bulursunuz' gibi tavsiyeler verdiğinden internetten not bulayım dedim. Benim özet not dediğim şeyler başka fakültelerde dersin bir yıllık notuna bedel.
      Zaten asistanı da sürekli soru soran cinsten çıktı. Yarınki derse o gelirse ben hiç girmeyeceğim. 4 yıl önce sana soru sorulma ihtimali var diye derslere giremeyeceksin deselerdi hadi oradan, ben dersle ilgili her şeyi bilebilirim diye karşılık verirdim. Özgüven değildi bu (zaten özgüvenli biri değilim). Yalnızca çalışmakla alakalı. İlkokulda, lisede güzelce çalışırdım. Tüm gün çalışmıyordum tabi, ama bana anlatılanları kavrayabiliyordum. Oysa şimdi hoca ile aramda bir duvar var. Büyük bir engel. Aşamayacağım, aşmaya kudretimin yetmediği bir engel. Onun söylediklerinden benim kulağıma gelenler o kadar anlaşılmaz ki. Hiçbir şey almıyor artık zihnim. Belleğim doldu sanki. İlgimi kaybettim hukuka, hayata.
   O yüzden ey Maya halkı! Lütfen 21 Aralık hususunda haklı olun. Kurtulalım artık bu dünyadan.

Not: Yarın hiç mi gitmesem derse? En azından bu hafta gitmeyeyim. Haftaya kadar çalışırım, hem o hafta pratik olur sorulara da cevap verebilirim değil mi?

2 Aralık 2012 Pazar

Derdim çoktur hangisine yanayım....

     70. günle birlikte aknetrent dönemini kapatıp zoretanin çağını başlatıyorum. Bir sonraki ilaç döneminde de roac ı alabilirsem tüm sivilce ilaçlarını tanımış ve tatmış olacak bu beden.
          Ayrıca 30 mg dönemi de bitti. 10 günlük yürüyüş ve ilaç bittiği için boş geçen 4 gün sayesinde kolestrolüm 278 den 262 ye düşmüş. Tabi hala normal sınırların üzerinde ama ivme düşme yönünde olduğundan dozajı günde 40 mg a çıkardı doktor.
     Bioblas ve bepanthen ampul saçımdaki kepeğe iyi gelmişti. Dökülmeler de azaldı ama tam anlamıyla bitsin diye ilaç istedim. Bepanthen ampul-bemiks-evigen üçlüsünü verdi. Saç diplerine sürülüyormuş, gece bekletip sabah saçımı yıkayacakmışım. Ampuller çok küçük, ben onları nasıl yetireceğim bilmiyorum. İnsanlar bu karışıma zeytinyağı veya badem yağı da ekliyorlarmış. Sonra yağı temizlemek için daha fazla yıkamam gerekir, bu da daha fazla zarar verir diye yağ eklemeyi düşünmüyorum ben. Bemiks de kötü kokuyormuş, olmazsa çıkarırım karışımdan.
       Geçen yazıdan beri ne değişimler yaşandı dersek.... Lekelerde hiçbir azalma yok. Eskiden günde 5 tane sivilce çıkarken şimdilerde haftada toplam 5 tane çıkıyor. Zaten 2. aydan sonra sivilce çıkışı çok az oluyormuş. Artık ilacın güzel zamanlarına geldim diye düşünüyorum.
     Yani ben öyle düşünüyordum. Ama daha buna çözüm bulmadan başka bir sorunla karşı karşıyayım. Polikistik over sendromu ya da daha karizmatik adıyla Stein-Leventhal sendromu.
     Adet düzensizliği bende hep vardı. İlk başlarda ergenlik diye, sonraları da çok stresliyim diye önemsemedim. Akne ile ilgili araştırma yaparken polikistik over sendromu hep karşıma çıkıyordu. Belirtilerin uyduğunu görünce bir doktora gitsem iyi olur diye düşündüm ama muayenenin nasıl yapılacağı konusunda korkularım vardı. Ya yumurtalıklarımda bir canavar yaşıyorsa, ya kist varsa, ya 6 aylık ömrüm kaldıysa falan filan... ( En büyük fantazimdir bu. Bir beyin cerrahının  'Beyin tümörünüz var, 6 aylık ömrünüz kaldı' demesi için canımı verebilirim vallahi.) İşte bu seçenekler aklımda dolanıp dururken gitmedim doktora. Sonra ben roac ı içiyorum ama eğer pkos varsa, bu hastalık hormonal olduğundan, alttaki sorunu tedavi etmedikçe bunlar tekrarlar durur diye düşündüm.  Ve erken uyandığım bir sabah 'Poena insan yaptığına değil, yapmadığına pişman olur' deyip çıktım yataktan.
     Randevuyu aldıktan sonra doktorun kapısında bekliyorum. Ama hala tedirginim. Çünkü doktorun kapısında bekleyen 2 tip insan var:
                 1)Hamileler ve eşleri,
                 2)Menopoz başlagıcındaki kadınlar.
 İnsanlarda beni bu tiplere yerleştirmeye çalışıyorlar. Menopoz seçeneği çabucak eleniyor. Hımmmm... Karnı çok çıkmamış.... Hımmm...Yalnız başına gelmiş. Hımmm... O zaman istenmeyen bir gebelik söz konusu olabilir mi? 
      Onlar hakkımda ne düşündü bilmiyorum ama bir ara 'ben hamile değilim yalnızca sivilceliyim' diye bağırasım geldi. Ekranda adımı görünce bağıramadan vardım doktorum yanına.
       Ben kadın doktor isterim diye gittim ama görevli erkek doktor verince itiraz edemedim. (Erkek doktor nefreti için bknz. Kar Beyaz Mendiller). Adet düzensizliği ve akne sorunum var dedim ama nasıl dedim bilemedim. Acayip gerildim. O kadar kitap okudum, film izledim, üniversiteyi bile bitirecek konuma geldim ama bir erkeğe adet düzenini anlatmak ne zor işmiş lan. Tamam o kadar tıp okumuş, hasta yok hastalık vardır, tıpta ayıp olmaz falan biliyordur doktor ama biz tıp okumadık ki. Sanki babama ya bu adetlerimde gecikip duruyor neden ki demiş gibi hissettim. Ben bu hissiyattayken doktor başka sorular sormaya başladı. Karnında, dudak üstünde, göğüs çevrende falan tüylenme var mı diye. Ben sadece yüzümde var dedim. Garip ama şimdiye pko hakkında araştırma yapana kadar dikkatimi çekmemişti yüzümdeki kıllar. Çok fazla değiller ama normal de durmuyorlar. Belki aknelerden ona sıra gelmedi.
     Soru aşamasından sonra ultrason aşamasına geldik. Karın bölgesine bir jel sürüp yumurtalıklarıma baktı ve polikistleri gördü. Karnıma bakıp 'senin tüylenme sorunun varmış' dedi. Onlar genetik bizim aile biraz kıllıdır deyince genetik tüylenme öyle olmaz diye anlatmaya başladı. Tamam doktor geri aldım sözümü deyince sustu. Hormon testi yapalım adetliyken gel dedi. Tamam zaten adetliyim dedim. Lakin kaçıncı gündesin sorusuna 4 deyince olmazı yapıştırdı. İlla 2 veya 3 olacakmış. Ya ne farkeder ha 3, ha 4 dedim ama sonuçlar değişirmiş. Yaklaşık olarak sonuç alınmaz mı ki dedim ben aptallıkla. Evet yaklaşık olarak hasta olursunuz dedi. Utancın üzerine bir de sinir eklendi. Birkaç gereksiz test için 3  tüp kan aldılar. Kevgire döndüm. Hemşirenin biri hamile misiniz diye sordu. Göbeğim o kadar büyük diye karnıma bakarken yok dedim kadına sinirle. Cildiyedeki hemşire de saçın da mı sorun var demişti. Bu hemşireler tahmin oyununu çok seviyorlar. Bir de doğru tutturabilseler tamamdır.
       13 gün sonra sonuçları göstermeye gittim. 9 yaşındaki kardeşim de yanımdaydı. Çocuğu görünce senin mi diye sordu doktor. Tahmin oyununa sen de mi dahil oldun, Brütüs? Daha 21 yaşındayım. Boyum kadar veledi nasıl doğurayım ben ya. Allahım sen beni kimlerle uğraştırıyorsun.
    Sonuçlar normalmiş. Çocuk gafı yetmezmiş gibi ağlıyor musun sen diye sordu bir de. Yok onlar öfke parıltısı, 10 gün önce kıllı dediniz, şimdi onlar normal oldu, 9 yaşındaki veledi oğlum sandınız, dışarıdaki hastalar istenmeyen bir gebeliği sonlandırdığımı düşünüyor ve ben hala sivilcelere bir çözüm bulamadım diye bağırmak istedim ama yalnızca yok kısmı çıktı ağzımdan. Adet olunca gel dedi. Hormon testi de normal çıkarsa ben normal mi, anormal mi sayılacağım bilmiyorum.
     Çok mutsuzum be blog. Ben seni Pucca gibi ünlü olayım, Okan'ın programına çıkayım, zengin olayım, zengin ve yakışıklı prensimle yaşadıklarımı anlatayım diye açmıştım. Oysa şu hale bak. Her gün yeni bir sivilce, her gün yeni bir ilaç yazısı yazıyorum. Belki bize de en iyi sağlık (bence hastalık) blogu dalında bir ödül verirler ha.