12 Şubat 2013 Salı

Hürrem Sultan yahut Bir Babanın Dramı...

       Pazar günü Büyük Tiyatro'da Hürrem Sultan oyunu vardı. Kendimi altın gününe gelmiş gibi hissettim. Salon ağzına kadar kadınla doluydu. Özellikle de orta yaşlı kadınlarla. Sanırım muhteşem yüzyıl oyuna olan talebin artmasını sağlamış. Oyunu diziden  sonra programa koydular. Bu durumda karşımıza 2 ihtimal çıkar. Ya hazır dizi varken bir de tiyatro sahnesinde boy göstersin Hürrem. Sonuçta insanlar diziden sonra tarihi mekanlara akın ediyor, biraz da tiyatroya gelsinler, para kazanalım diye düşünmüş olabilirler. 2. ihtimal ise biz dizideki gerçekliği sevmedik, zaten bizim ecdadımız öyle değildi, alın size gerçek Hürrem, gerçek Süleyman diye bir karşı çıkış başlatmak amacıyla oyunun sahnelenmesini istemiş olabilirler. Neyse biz komplo teorilerini bırakıp oyuna dönelim.
   
    Oyun başlamadan önce mor bir perde vardı sahnede. İlk baktığında eğik çizgilerden oluşmuş alelade bir perde işte diye düşünüyorsun. Sonra dikkatimi biraz daha verince ya bunlar Davut yıldızına benziyor sanki dedim. Hakikaten öyle. Geçen eyes wide shut filmi üzerine bir inceleme okumuştum. Filmdeki illuminati, gizli semboller, masonik ögeler falan derken beynim dolmuştu. Ondan çok etkilenmiş olmalıyım ki böyle garip şeyler dikkatimi çekiyor. Davut yıldızının illuminatideki karşılığı nedir, ne işe yarar bu sembol bilmiyorum ama vardır bunda bir hikmet diyorum. Ya aslında Hürrem'in Yahudilikle bir ilgili bir durumu vardı. Bir düşünceye göre Hürrem Hıristiyan değil Yahudi imiş. Kızı Mihrimah'ı Yahudi Rüstem ile evlendirmiş, oğlu Selim'i de gene Yahudi Nurbanu ile baş göz etmiş. Ne kadar doğrudur şu an bilemeyeceğim.
      Oyun başlayınca mor perde kalktı. Topkapı esintisi taşıyan çini dolu bir dekorda Hürrem Sultan belirdi. Konuya gelirsek malumunuz işte Şehzade Mustafa'nın öldürüşünü anlatıyor. Hürrem, Mihrimah ve Rüstem ile şer ittifakı kurup yavaş yavaş Süleyman'ı etkiliyor daha sonra da yaşanan olaylar neticesinde Süleyman ölüm emrini veriyor.
      Oyuncu seçimleri güzel. Yalnız Şehzade Mustafa öldürüldüğü sırada 30lu yaşlarda. Ama oyundaki adam daha yaşlı gözüküyor. Aslında ben Mustafa ile çok ilgilenmedim. Gözüm Şehzade Bayezid'e takıldı kaldı. Adama çok yakışıklı diyemem, sanırım rolü ile ilgili bir durum bu. Çok etkileyeci hali, tavrı. Diğer eleştirim ise Şehzade Cihangir ile ilgili. Kendisi 18 yaşında ama çocuk gibi konuşturmuşlar. Kambur ve biraz hassas olduğunu biliyoruz ama bu şekilde konuşması gerekmez herhalde.
       Oyunda Süleyman'ımız gene ikilem içerisinde. Oğlumun gözü beni tahtımda mı, değil mi? Mustafa'yı öldürsem mi öldürmesem mi? İnsan bu kadar kararsız olunca seçim yapma ve ihtimallerden birini gerçekleştirme de başkasına kalıyor. Mustafa uzakta olduğu için bu şansı Hürrem değerlendiriyor.
      Sefer sırasında Rüstem'in oyunlarıyla halk padişahımız çok yaşlandı, seferde başımızda Mustafa'yı görmek isteriz gibi cümleler sarf etmeye başlayınca Süleyman işkilleniyor, sorguya çekmesi için Mustafa'nın yanına Rüstem'i yolluyor. Mustafa ise babasının onu yanına çağırıp doğrudan sual edeceği yerde araya 3. şahıslar sokmasına sinirlenip önce bu yaşananlarda bir suçu olmadığını söyleyip ardından şu sözleri sarf ediyor: "Bizim size verecek ne cevabımız olabilir? Bu fitnede suçumuz yoktur diye yemin mi edelim? Kendimizden özge, kendi sözümüzden gayri tanıklar mı bulup getirelim? Babamıza bizim için delalette bulunmanız için ayaklarınıza mı kapanalım? Babamız gururludur biliriz, suçlu zan eylediği evladını çağırıp da ondan hesap istemeyecek kadar gururlu. Ya biz? Biz neyiz? Biz de o babanın oğlu değil miyiz? Bir sual doğrudan bize sorulmadıkça susmamız gururumuz icabıdır. Bunu devletlü pederimizin bilmesi gerekmez miydi?" Bunları dedikten sonra benim sana başka sözüm yoktur, git suçlu muyum değil miyim kendin araştır deyip Rüstem'i postalıyor. Böyle babanın böyle oğlu olur. Ne olur gidip bir konuşsaydın sanki.
        Bu arada bizim Süleyman'ımız gene fetvaya sarılır. Paşa'mızın ölümüne sebep Ebusuud Efendi'ye sorar: Şehrin tanınmış bir taciri bütün malını mülkünü en itimat ettiği kölesine emanet ederek taşraya gider, döndüğünde kölesini hem malına, hem canına kasteder görürse bu köle hakkında fetva nedir? Ebusuud Efendi Süleyman’a şu cevabı verir: Bu durumda köleye ölünceye kadar işkence yapılması uygundur.
        Ebusuud'dan evet cevabını kapan Süleyman oğlunu yanına çağırır. Taşlıcalı Yahya, gitme Mustafa, öldürecekler sizi, kal burada tahta geçirelim sizi deyip biat etse de bizim mağrur Mustafa'mız " Asıl şimdi gitmem gerek. Ben babama karşı duracağım ha? Silahımı ona çevireceğim ha? Ve o silahımdan yılacak ha? Yılıp da gerileyecek. Babamın yarım iş yaptığı görülmüş müdür? Dinim hakkı için gözlerini bile kırpmaz, silahımın üzerine atılır. Yooo.. Eğer başka çaremiz kalmamışsa, birimizden biri ötekinin hayatına mal olacaksa, Allah babamızın hesabını bizden soracağına, bizim hesabımızı ondan sorsun." Der ve gider. Oyunda öldürülüş anı gösterilmiyor. Ama Süleyman'ı oğlunun cesedi başında ağlarken görüyoruz. Yap yap ağla  sen Süleyman.
       Daha sonra haberi alan Şehzade Bayezid hışımla annesinin yanına gider ve acı gerçekleri Hürrem'in suratına suratına çarpar: "Şimdi ne olacak bilir misin? Öz evlatların birbirine düşecek.Birbirimizi yiyeceğiz. Düne kadar kendimi emniyette hissediyordum. Mustafa'nın ismi dahi hayatımızın teminatıydı. Ben şimdi kime güveceğim ha? Sana mı? Haydi oradan. Kan kokuyorsun? Babamıza mı güveneceğim? O Mustafa gibi yiğit, Mustafa gibi eşi bulunmaz bir evlada kıydı, gözleri beni mi görecek? Yoksa Selim'e, o sarı yılana mı güveneyim istersiniz? Şimdi ne olacak bilir misin valide? İlk fırsatta ya Selim beni gırtlaklayacak ya da ben onu...."
   Süleyman'dan gene pişmanlık cümleleri dökülür: "Asıl suçlu ben. Asıl suçlu biz. Tam sırasında ölmeyi bilmedik. Bilemedik de işleri böyle karıştırdık. Tam zamanında çekilip gitmeyi bilemedik. Tanrı beni affetsin. Tarih beni affetsin.....Ya ben yanılmışım ya bunca insan. Onlar sanırlar ki ben istediğimi yaparım, istemediğimi yapmam. İşte hakkımda aldandıkları da bu. Benim adaletim. Ne sanırlar? Bu kadar pahalıya mal olan tahtı sevdiğimi mi? Bir bilseler onun üstünde nasıl yapayalnız hissederim kendimi, nasıl hafakanlar geçiririm, bir bilseler. Bir ömür boyu orada oturmak, benden isteneni vermek, hatta o şey Mustafa gibi bir evlat olsa bile vermek benim vazifem. Onlar sanırlar ki benim oğlumla davam var. Öyle olsaydı artık son menzile varmış olan bu ömrün Mustafam kadar haysiyeti mi kalmıştı? Benim davam devletim aleyhine tertiplere kalkışan bir hainleydi. Ama bu hain tesadüfen oğlumdu benim...Gerçi Mustafa ihanetinin cezasını hak eyledi. Ama bilir misin kadın, bir hain de olsa Mustafa Mustafa'dır. Ve dünyaya bir ikinci Mustafa daha gelemez. Çünkü Mustafaların çağı kapandı.... "
        Oyunda kimseye haklı diyemiyorsun. Çünkü haksız da diyemiyorsun. Hürrem evlatlarını korumak isteyen bir anne, Süleyman devletini korumak isteyen bir hükümdar. Bu durumda ne yapabilirlerdi ki diyorsun, ne yapabilirlerdi? Tarih düşüncelerimizi, saiklerimizi eliyor. Günümüzden geçmişe baktığımızda yalnızca eylemler kalıyor. Amacı, nedeni bilinmeyen, yapılmış ve geri alınamayan eylemler....

11 Şubat 2013 Pazartesi

Mazaretim var... Asabiyim ben...



     Kaç gündür sivilce yazısı yazmıyorum. Çünkü çıkmıyor meretler. Bir gün ne yersen ye sivilce çıkmayacak deseler hadi lan oradan der bir güzel terslerdim. Mesela bugün 2 dilim pasta yedim, üstüne bir paket de cips. Ama biliyorum ki yarın yüzümde hiçbir değişiklik olmayacak. Peki yüzüm bu haliyle mükemmel mi? Elbette hayır. Lekeler hiçbir yere gitmiyor. Diğer roac kullanıcılarının yorumlarını oldum, resimlerine baktım, 5 ayda hiçbir şeyleri kalmamış. Benimse bir ömür fondöten kullanmama neden olacak kadar çok lekem var. 141 gündür ilaç içiyorum. Şimdiye kadar geçmediklerine göre bundan sonra da hayatıma lekelerle devam edeceğim.
       Bu arada olağan doktor buluşmasını da gerçekleştirdim. Tansiyonum zıplamasın diye bu sefer başka bir kadın doktora gittim. İçeri girer girmez sen benim hastam değilsin herhalde dedi. Uffff ben şimdi bu kadına nasıl persona non grata ilan edildiğimi mi anlatacağım diye karalar bağlarken benim doktorun randevusu dolmuştu diye cevapladım kendisini. Beim  hastalarımın fondoten kullanmaları yasak çünkü diye karşılık verdi. Fondöten benim hayatla olan bağım be. O olmasa hiçbir kuvvet beni evden dışarı çıkartamazdı. Madem kötü bir şey sen niye yüzüne sürdün diyemedim tabi ki. Buna da bir şey dersem hemen hemen tüm cildiye bölümüyle kavga etmiş olacağım. Jinekologa da laf etmiştim zaten. Yakında beni hastane kapısından içeri almayacaklar. Ben eşikten adımımı atar atmaz alarm çalacak, aniden FBI ajanları belirecek, tutuklayıp götürecekler beni. Tamam biraz sinirli ve patavatsız bir kızım. Ama bu doktorlar da pek kibirli değil mi yani? Kendilerine hiçbir şey demeye gelmiyorlar. Her şeyin en doğrusunu onlar biliyorlar. Bak ben öyle diyor muyum? Doktor haklarınız var sizin dedi, ağzımı açıp kadınnnn kadınnnn hakkımı sen mi bana öğreteceksin demedim, diyemedim.
       Bu arada tatil de sona erdi. Aldığım kitapları okudum ama ne film izledim, ne muhteşem yüzyılın eski bölümlerini izleyebildim ne de İlahi Komedya'yı okuyabildim. YGS'ye de hiç çalışmadım. Görüldüğü üzere gerçek manada bir tatil yapmışım. Hiçlik kuyusunda debelenip durmuşum.