31 Ocak 2013 Perşembe

Dipteyim.....

       Sınav sonrasında düştüğüm hiçlik boşluğunda kişilik testleri falan çözmeye başladım. Psikolog Don Hamachek aşağılık kompleksi ile ilgili 7 belirti sunmuş bize. Bende bu belirtiler ışığında kendimi incelemeye başladım.
 

       1. Eleştiriye karşı alıngan olmak
Aşağılık duygusuna kapılan insanlar hata yaptıklarını bilseler de diğer insanların bunu vurgulamaları hoşlarına gitmez. Ne kadar yapıcı ya da naif olursa olsun her eleştiriyi kişisel bir saldırı olarak algılarlar.

    Neeeveeettt... Birinin beni eleştirmesine katlanamıyorum. Eleştirisinde haksızsa birkaç laf veriştirip susuyorum (sonunda susan hep ben oluyorum zaten). Ama eleştirisinde haklıysa verdiğim tepki daha büyük oluyor. Bu yargında haksızsın diyemeyeceğime göre bende onun kusurlarını sıralamaya başlıyorum. Aklıma ne gelirse, hiçbir süzgeçten geçmeden dilimden süzülüyor düşünceler.

        2. Özgüvene uygunsuz cevap verme
Bu iki şekilde olur. Bazı insanlar kendileri hakkında iyi şeyler duymak için can atarlar ve sürekli iltifat edilmesinden hoşlanırlar. Diğer davranış biçimi ise tam tersidir. Özgüven eksikliği çeken bir grup insan ise kendileri hakkında pozitif bir şey duymak istemezler çünkü kendi hissettikleriyle çelişirler.
    Genelde pozitif bir şey duymak istemeyenler grubuna giriyorum. Nitekim doktor yüzün düzelmiş dediğinde ondan çok sinirlendim. Ama benim yüzüm gerçekten düzelmedi ki daha. Onu karıştırmayalım. İltifatı sevmiyorum. Her kadın sever iltifat falan diyorlar ama ya genellemeler yanlış olabiliyor ya da ben kadın değilim. Biri bana iltifat etmiş bir de bunu uzun tutmuşsa bir an önce oradan kaçmak, mümkünse yerin dibine girmek istiyorum. Ama bir yandan da ilgi odağı olmak istiyorum. Herkes bana ilgiyle, hayranlıkla baksın. Şimdi bu 2 istek yan yana gelince bir çelişki yaratıyor gibi duruyor ama aslında öyle değil. Benim istediğim şu: Yalnızca istediğim insanlar bana baksın, yalnızca ilgisini çekmek istediklerim benimle ilgilensin. Mesela güzel bir elbise giymişsem sadece etkilemek istediğim adam bana baksın, sokaktaki bir öküzün 'offf yavrum benim be' şeklindeki tacizine maruz kalmayayım. O öküz için ben görünmez kılınayım. Tabi bu sadece fiziki güzellik için geçerli. Yoksa zekama ve başarıma herkes -dozunda olmak kaydıyla- iltifat edebilir.

3. Aşırı eleştirel yaklaşım
Kendilerini iyi hissetmeyen kişiler başkaları hakkında iyi şeyler düşünmezler. İnsanların kusur ve hatalarını ararlar. Böylece kendilerinin çok kötü olmadığını kanıtlamaya çalışırlar. Bu insanlar çevredeki en akıllı, çekici, başarılı insan olmadıkları zaman akıllı, çekici, başarılı hissetmezler.

   En çok yaptığım şeylerden biri bu.  Bence biraz mükemmel olma, mükemmeli isteme arzusundan doğuyor. Bir şeye iyi ya da olmuş bu demem için gerçekten kusursuz olması gerek. Ortanın üstü benim için yalnızca vasattır ve eleştiri oklarıma maruz kalacaktır. İçimde bir canavar var, eleştiri canavarı. Gerçi dışarı çıkarmamaya çalışıyorum ben onu. Yoksa ben de dahil olmak üzere çevremde hiçbir canlı bu oklardan sağ kurtulamaz.
 
4. Suçlama eğilimi
Bazı insanlar aşağılık hissetmenin acısından kurtulmak için kendi güçsüzlüklerini diğer insanlara yüklemeye çalışırlar. Bu noktada kendi hataları için başkalarını suçlarlar.

   Bu benim için doğru değil. Ben daha çok kendimi suçlarım.  Niye öyle dedim? Niye bunu demedim? Niye bunu seçtim? Niye öyle yapmadım? Ömrüm oldukça bu niyelerden kurtulamayacağım.

5. İşkence isteği
Özgüvensizlik doruk noktasındayken başkasına zarar vermeye kadar varabilir. Başkalarını suçlama davranışı kontrol edilemez bir duruma ulaşabilir.

   Hukuk okuduğumdan mütevellit fiiliyatta işkenceye karşıyım. Ama her gün hayallerimde birilerine zarar veriyor muyum? Evet. Şiddete azzıcık meyilliyim sanırım. Beni eyleme geçmekten koruyan ise Türk Ceza Kanunu. Basit şekilde adam yaralamanın bile 4 aydan 1 yıla kadar cezası var.

6. Rekabetle ilgili negatif hisler Aşağılık kompleksi olan insanlar da herkes gibi bir oyunu ya da yarışmayı kazanmak ister ama böyle durumlardan kaçınırlar çünkü kazanamayacaklarını düşünürler. Birinci gelememe korkusu tamamen başarısız oldukları korkusuna kapılmalarına neden olur.
   Mükemmeliyetçi tavrım ile yenilmezlik arzum birleşiyor ve beni derin bir eylemsizlik çukuruna hapsediyor. Yenilmek kadar yanlış yapmaktan da korkuyorum. Bir şey eksik veya hatalı olacaksa, değil olmak, olma ihtimali bile varsa asla ona kalkışmıyorum. Yeni bir şey denemiyorum. Bu da beni yerinde saymaya itiyor. Yeknesaklığın kölesi haline geliyorum
7. Yalnızlık ve çekingenlik eğilimi
Aşağılık duygusu olan insanlar diğer insanlar kadar zeki ve ilginç olmadıklarını düşündüklerinden diğer insanların da onları böyle göreceğini düşünürler. Bu yüzden sosyal ortamlardan kaçınırlar. İnsanlarla birlikteyken susmayı tercih ederler çünkü bunun yalnızca aptallıklarını ya da sıkıcılıklarını kanıtlayacağını düşünürler.

    Benimle 5 dakika yalnız kalan herkes buna evet der. Yalnızlığı seviyorum, çünkü sadece kendimleyim. Geçmeye çalıştığın bir rakip yok. Yenilme şansın yok. İçimdeki eleştiri oklarının yaralayacağı bir mağdur yok. Yalnızken kimse sana iltifat etmiyor. Yalnızken yanlış yapma imkanın da yok. Ne eksik ne de fazla söylenmiş sözler, yapılmış  davranışlar için kendini yiyip bitirmiyorsun. Belki yeni şeyler yaşamıyorsun, sevmiyorsun, sevilmiyorsun ama en azından kırmıyorsun, kırılmıyorsun da. Yalnızlık çelik bir kafes gibi. Hem seni dünyadan koruyor, hem de sana karşı dünyayı.
      Böylece 6 evet ile aşağılık kompleksine sahip olduğumu anladım. İyice hastalık hastasına bağladım.

25 Ocak 2013 Cuma

Ey sevgilim, ey sultanım...


       Paşanın ölümünün ardından adli tıp sınavım vardı. Cenazesinin ardından ise miras hukuku. Bu dekanlık kesin beni delirtmeye çalışıyor...
      Sınav vardı ama bende çalışma isteği hiç yoktu. Okuduğum her muris kelimesi aklıma Paşa'yı getiriyor. Sonra mirasın taksimine geliyorum. Süleyman, Paşa'ya yıllık 3 milyon akçe tahsis etmişti. Öncelikle Hatice'ye terekenin 1\4 ünü veriyoruz. Geride 3 çocuk var. Onlar kalan 3\4 ü paylaşıyorlar. Aslında Esmanur evlilik dışı. Onunla arasında soybağı kurmak lazım. Yoksa kız pay alamaz.
     İşte dizi ile ders birleşince bir dönemece geldiğimi anladım. Bende dizini yolunu takip ettim. Paşanın cenazesini kaldırıp derse dönerim dedim.
     İnsan öyle mi taşır lan koskoca Paşa'yı. Adamı ağzı açık götürdüler. Hatice çok zırlar diye izlemek içimden gelmemişti başta. Zaten Paşa'nın öldüğünü de hissetmedi. Sadece iftar için saraya uğurlarken içimde sıkıntı var gitme dedi. Sonrasında ne bir uykudan sıçrayayım ne bir içim daralsın falan... Yok hiçbir şey yok. Hatta ertesi sabah kalktı, giyindi süslendi. O gıjikli saçlarına şekil vermeye çalıştı. O sırada İbrahim arkada ne güzel şiir okuyordu :
       "Ey her candaki gizli hazinem
         Her harap gönüldeki inci tanem
         Her kanatsız kuştaki gizli kanadım
         Ey gönüllerdeki zahirim suretlerdeki manam
         Ey sevgilim, ey sultanım
         Ak aşk derim erimek isterim
         İki değil bir olmaktır derdim
         Harap olmuş yüreğim kırılmış kanatlarım, uçarım enginlere
         Gözlerim ama, kulaklarım sağır
         Yolum sadece aşkadır
         Aşk değil midir yağmuru yağdıran, suyu buluta bulutu suya dönüştüren
         Aşkla toprağı kavuşturan tüm tohumların içine zerk olan, kendini açığa vuran
         Toprağın deli gibi kaynaşması değil midir kavuşması aşıkların
         Ey sevgilim ey sultanım
         Nasıl ki ben size sevdalıysam su da toprağa sevdalıdır
         Güneşin yakıcılığına aldırmaz
         Aşkla dönüşüne aldırmaz
         Buharlaşıp gökyüzüne çıksa da tekrar bilir döneceği vakti
         Sabırla bekler ,eser rüzgar çakar şimşek, ağlar bulut su kavuşur yine aşkına
         Aşıkların kavuşmasına eşlik eder tüm kainat
         Ey her candaki gizli hazinem her harap gönüldeki inci tanem
         Her kanatsız kuştaki gizli kanadım
         Ey gönüllerdeki zahirim suretlerdeki manam
         Ey sevgilim ey sultanım
         Aşk aşk derim erimek isterim
         İki değil bir olmaktır derdim. "
    Hele ki o 'ey sevgilim , ey sultanım' daki ses titremeleri.... Paşa öldükten sonra bile beni üzüyorsun.
    Neyse bizim Hatice anladı bu saçların bir şekil almayacağını o zaman ben havamı alayım diyerekten balkona çıktı. Sonra da Paşa'nın akıbetini gördü. Ben tv nin sesini kıssam mı ki böğürür bu şimdi diye kumandayı aldım elime. Yalnız çok güzel oynadı. Valla içimi parçaladı, gözlerimi dağladı. Benim de böğüresim geldi ama ev kalabalık. Yanımda biri varken ağlayamıorum ben.
     Hatice kadar gözyaşı döken bir insan da Matrakçı oldu. Adam üzüntüden çöktü vallahi. Tavır yapıp saraya bayramlaşmaya da gitmedi. Helal sana Nasuh Efendi.
     Şimdi gelelim Süleyman'ın ahvalına. Senarist bozuntusu tüm yalvarmalarıma rağmen Paşa'yı öldürdü. Bir de Süleyman'ı, aslında öldürmeyi hiç istemiyordu, ama o cellatlar 2 dakikalık uykusunu fırsat bilip kıydılar Paşa'ya demeye getirdi. Sonra zaten Süleyman da İbrahim diye sayıklayıp ne kadar acı çektidiğini gösterdi. (Süleyman'ın gerçekte o kadar acı çekiyordu ki Paşa'yı öldürdükten sonra çocuklarını öldüreyim demiş.) Lakin bu kadar acı çeken bir insan neden tek damla gözyaşı dökmez. Sadece gece vakti olayı öğrenip gelen Hürrem'e 'ne yaptırdın kadın sen bana' bakışı fırlatırken bir damla gözyaşı belirdi. O da dökülmeden başka sahneye geçtiler. Daha sonra uyumaya çalışırken biraz vicdan azabı çekip ağlamaya başladı. Ama o da uyuyamıyorum diyedir. Hadi acı çekmedin diyelim insan cesedi kardeşinin evine yollar mı? Bu nasıl bir kardeşlik?
      Azarı hakettin sen Süleyman. Aşk-ı Memnu da Behlül, Bihter'e sen gerçekten Firdevs Hanım'ın kızısın diyordu. Bizim Hatice'de sen Selim'in oğlusun demeye getirdi. Ki babası Sultan Selim birçok Alevinin öldürülmesine sebep olmuştur.
      Bu arada Sultan Süleyman'a Kanuni demek yok artık. Bu yaptıkları adaletle bağdaşmıyor. Hatta Şehzade Mustafa ve Şehzade Beyazıt'ı öldürdükten sonra kendisine Sülüman bile diyebilirim.
      Paşa'dan sonra dizi kadın çekişmeleri ile geçecek sanırım. Şah Sultan şimdiden atağa başladı. Onu  dışında Hatice, Mahidevran'la birlikte Hürrem'e suikast düzenleyecek galiba. Cellat Diana pek yaman. Ama bir şey olmayacak tabi. Yeni bölüm fragmanında Malkoçoğlu da geri dönüyor. Ben dedim üçlü ilişkiler başlayacak diye. Şimdi Mihrimah romantik şair Taşlıcalı'yı mi seçsem yoksa eski aşkım Malkoçoğlu'nu mu deyip durur.
      Bölümün en fena sahnesi Hatice'nin rüyasıydı. İbrahim, boynundaki ekimozlarla (1) "Ben seni bırakmadım. Bırakmam. Gönlüm senin yanındadır" derken ben öldüm. İşte o ev ahalisini unutup gözümden akan birkaç damla yaşa izin verdim. Benim gönlüm de senin yanındadır paşa. Ara ara benim de rüyalarıma gel....
 

(1) Boyuna ip dolanıp sıkılması sonucu olan ölümler iple boğmadır. Telemin yeri larinksle alt çene arasındadır. Telem boynu her taraftan sardığından derinliği her kısımda aynıdır. Arter etrafında manşon şeklinde ekimoz, hiyoid ve tiroid kıkırdakta kırık görülebilir. Ölüm; asfiksi, boyun damarlarının sıkışması, glomus karotikum üzerine olan tesir, inhibisyon ile gerçekleşir.

24 Ocak 2013 Perşembe

Oldu Da Bitti Maşallah....



    2013 e girdiğimizden beri ilk defa mutlu hissediyorum kendimi. Yılbaşının hemen ertesine sınav koyup hayatımı zehrettiler ama nihayet bitti. 22 günde 10 değişik hukuk sınavına girdim. Genel kamu hukuku-insan hakları, milletlerarası özel hukuk, icra iflas hukuku, kıymetli evrak hukuku, medeni usul hukuku, iş hukuku, deniz ticareti ve sigorta hukuku, adli tıp, ceza usul hukuku ve miras hukuku. Böyle yan yana gelince 3 satıra sığdılar  ama o 3 satırlık dersler nedeniyle 2000 sayfadan fazla okudum. Gözlerim en az yarım derece daha ilerledi. Kuruluk ve uykusuzluk da eklenince kırmızı gözlerle dolaştım.
     Stresten bir tane komedon sivilceye döndü. Yüzümü yıkarken yanlışlıkla kanattım. Ertesi gün tekrar belirdi. Onu da sinirden sıktım. Sonra tekrar çıktı. Mutasyona mı uğradı bu sivilceler anlamadım ki.
     Spora da ara verdim. Verdiğim yarım kilocuk bana geri döndü. Bu arada regl de oldum ve o gün sınavım olduğu için doktora gidemedim. Artık kısmetse bir dahakinde şu kutsal 3. günü makul bir zamana getirip gideceğim doktora.
     Sınavların bitişini kutlamak için okulda halay çekme etkinliği düzenlendi bugün. Halay dediğimiz şey yöreden yöreye değişiyor. Bizim okul nüfusu da fazla olduğundan biraz karmaşa oldu. O yüzden halayı es geçtim. Dün mirasa çalışırken yerlerde olan enerjim sınavların bitişiyle tavan yaptı ve o nefret ettiğim Ankara havaları eşliğinde oynamaya başladık. Ankara havası dedim de bu nasıl hava lan. Ocak ayında gökyüzünde güneş olur mu hiç? Ey hava... Kendine gel, haddini bil. Termometrede 5 santigrat dereceden fazlasını görmek istemiyorum.
       Valla bu beden, bu ruh benle dalga geçiyor. Sınav zamanı, kitabı eline almaya yorulan ben şimdi bıraksan tüm betaları gözden geçirebilirim. Bende bu fazla enerjiyi kitap okuyarak değerlendireceğim. En son yılbaşında  herkes geri sayım yaparken ben Palto'yu okuyordum. Yeni yıla kitap okuyarak girince Ocak ayı boyunca bayağı okuma yapmak zorunda kaldım. Şimdi edebiyata dalacağım, 5 güzel kitap beni bekler.
      Bu arada sınavlarda yardımcı olan Beta camiasına teşekkürü bir borç bilirim. Siz olmasanız emin olun ki bizde olamazdık yani. Bunun dışında beta okumalarıma sesiyle eşlik eden Shakira'ya da teşekkürler. O ojos asi şarkısı ne kadar güzelmiş. Hele ki bir konser klipi var ki döndür döndür izledim. Ne güzel dans ediyor hatun. Çok kıvrak bir bedeni var. Tek kelime İspanyolca bilmememe rağmen salak salak şarkıya eşlik etmeye çalıştım ya. Sanırım hayran oldum kadına. Kendisi Pique ile birlikteymiş, birkaç gün önce de bir oğlan doğurmuş. Allah analı babalı büyütsün. Ne diyeyim.
       İbrahimmm.... Seni unuttum sanma Paşa. Ama bugün yorgunum biraz. Son bölüm ile ilgili yazıyı yarın yazacağım.

19 Ocak 2013 Cumartesi

Bir Damla Gözlerinde...

      Çocukken Kanuni denilince aklıma hep adaletli bir padişah gelirdi. Ülkede bir sürü kanun çıkaran, düzeni kanunlarla sağlamaya çalışan bir padişah. O zamanlarda hakim olmayı istediğim için en sevdiğim Osmanlı padişahı Kanuni idi. Ama hukuk fakültesine gelince insan anlıyor ki her kanun adaleti sağlamıyor. Hukuk devleti ile kanun devleti arasındaki en bariz fark ise Hitler dönemi Almanya'sıdır. Çıkarılan her kanun insanları adım adım ölüme götürmüştür. Yani demem o ki kanuna uygun her şey hukuka, adalete  uygun olmuyor.
    
   Ebussuud ne güzel kılıfına uydurup bir fetva oluşturuyor. Kanuni de bununla hem Allah'ı kandırmaya çalışıyor, hem de vicdanını rahatlatıyor. Lakin olmuyor işte. Öldürme iradeni uyanıkken açıklamışsın, sonra ben uyudum bu benim irademin dışındadır nasıl diyebilirsin?  Aslında Kanuni'nin işini dine uydurmayı, bir sorumsuzluk hali yaratmaya çalışmış. İşlerini hallederken fetvalardan medet ummuş. Hatta bir hikayeye göre kendisi ölmeden önce yanında gömülmesi için bir kutu bırakmış. Daha sonra kendisi ölünce bu kutuyu gömelim mi, gömmeyelim mi gibi bir tartışma çıkmış. Sanırım ölünün yanında böyle bir eşyanın gömülmesi hoş karşılanmıyormuş. Neyse işte kutuyu koymamışlar. Daha sonra bunun içinde ne var acep diyerek açıp bakmışlar. Kutudan padişahın şeyhülislamlardan aldığı fetvalar çıkmış. Allah'ın karşısında yaptıkları için hesap sorulduğunda bu fetvaları gösterip aslında kendisinin sorumlu tutulamayacağını belirtecekti galiba.
       Olan İbrahim'e oldu. Güzelim sadrazamı 5 dakikada harcadılar matmazel. Yalnız gerek Okan Yalabık gerek Halit Ergenç muhteşem oynamışlar. Kanuni'nin o gelgitli, ne yapsam ben hali çok gerçekçi olmuş. Senarist Kanuni'yi çok kötü göstermeyelim sonra Tayyip amca bizi azarlamasın diye bayağı acı çektirmiş. Önce Mevlana'dan  şiirler oku, uyku bu gece gelme yanıma de, romatizmalı insanlar gibi dolan dur gece boyunca. Sonra ısınmak için gir yatağa. Garibim pek yorulmuş olacak ki, içi geçiversin hem de 2 dakikacığına. O sırada  da ninja cellatlar öldürsün paşayı. Bizimki de can havliyle İbrahim nidasıyla uyansın ve çok pişman olsun. Hikaye gibi değil mi? Oysa gerçekte Paşa öldürülmüş, sonra saray avlusuna atılmış, sonra da çocukları intikam almasın diye onlar da öldürülmüştür. Ben burada hiç acı çeken bir padişah görmüyorum sayın senarist (Son bölümde Şah Sultan'ın Pargalı'ya bir hissiyatı olduğunu ima eden şeyler vardı. Bu senaristi Kavak Yelleri'ni de yazmış. Onunla karıştırdı galiba. Yakında 3 lü 4 lü ilişkiler bizi bekleyecek sanırım).
     Yalnız siyaseten katl durumunda cellatlar başı satırla kesmeyip, kişiyi yağlı kement ile boğarlarmış. Dizide ise cellatların elindeki kementten çok kabloya benziyordu. Bu arada gene bir rivayete göre Paşa'nın son sözü 'Boynuma dolanan Hürrem'in saçlarıdır' olmuş. Hürrem Sultan dizisinde bu geçmişti. Hünkarım da iyi bir bitiş olmuş. Paşa'nın sonunu Hürrem hazırlasa da nihai karar hünkardaydı.
     O son gözyaşı, dizi tarihinin en unutulmaz anı benim için. Adamı gözü açık öldürdüler. Sabaha kadar uyuyamadım. Hala gözümü kapatınca aklıma o sahne geliyor. Sonra da 'Hani ey gözyaşım akmayacaktın' dizesi...
     Şimdi Kanuni kalsın o Hürrem'iyle. Bundan sonra Roma sana hayal... Hatice'nin gözyaşlarıyla uğraş dur Süleyman diyeceğim ama o da acıdan 2 yıla kadar ölüyor.
      Dizi 2,5 sezonu Kanuni'nin ilk 16 yılı ile geçti. Kalan yarım sezonda Şehzade Mustafa'nın ölümüne kadar geçen süre yani 17 yıl işlenecek. Koskoca 17 yılı yarım sezonda anlatacaklar. Neden? Çünkü hiçbir şey yok. Bomboş geçen yıllar....Kimsenin vizyonu Paşa kadar geniş değil ki?  
       Diziden sonraki cuma günü Adli tıp sınavım vardı. Sınavda iple boğmaya ilişkin bir soru vardı. Resmen boğazım düğümlendi o sırada. Bunu bana yapmayacaktın hoca. Hıçkırığımı içime gömüp sınava devam etmek zorunda kaldım.
      Peki ben ne yapacağım ya? Diziyi gene izlerim ama eskisi kadar zevkle değil. Yeni bir şeyler bulmam lazım. Yeni Bir İbrahim Paşa bulmak... Ya da bir İbrahim Paşa olmam gerek

15 Ocak 2013 Salı

Son Akşam Yemeği



     Roac la 114. gün bitmek üzere. Öyle diyorum ama daha hiç roac kullanmadım ki ben. Zoretanin ve aknetrent le sivilce tedavisini bitireceğim herhalde. Gerçi ben hala tedavi olamadım ki. Sivilceler geçti ama lekeler hiç azalmıyor. Aksine sanki daha da kırmızı duruyorlar gibi. Başka kullanıcıların resimlerine bakıyorum da 4 ayda lekeleri oldukça azalmış. Sivilcelerden de kurtulmak kardır diyecek durumda değiliim. Çünkü zaten başlangıçta da çok sivilcem yoktu. Doktor şunları duysa gene başlardı hasta haklarınız var diye. Sinir şey.
      Bu arada kağıt reçete devri kapanmış. Artık e-reçete olacakmış. Tamam kağıt israfını, reçeteyle oynanmasını önler ama çok önemli bir değer de yok olmak üzere. Doktor yazısı dediğimiz bir kavram vardır. Kargacık burgacık yazar onlar, okumaya çalışırsın, çabalarsın, sana a gibi gelir ama aslında o c olabilir hatta f ye kadar yolu vardır onun. Bir doktor ne kadar karışık yazarsa o kadar sağlam doktordur benim için. Sanki mesleğin bir gereğidir o. Aynı şey hukuk için de geçerlidir. Bir kavramın eski Türkçe hali makbuldur. Hele ki Latincesini biliyorsan tamamdır hacı. Senin ikna edemeyeceğin müvekkil yoktur. Çünkü insan bir avukata geldiğinde onun kendinden farklı olduğunu hissetmesi gerekir. Eğer aynı dili konuşursak ee bunları bende derdim diye düşünür. Ne kadar anlaşılmaz olursan adam sana o kadar ihtiyacı olduğunu hisseder. İlahiyatçılarda var buna benzer bir durum. Bir soru sorarsın hemen ayet okumaya başlar. Önce Arapçayı okur, ardından Türkçe. Ben zaten anlamıyorum niye Arapça okuyor ki denilmemeli. Adam ben bir tarafımdam uydurmuyorum gerçek bunlar (gerçi ben uydursa da anlayamam Arapça bilmiyorum) demeye getiriyor. Hem onca yıl okumuşsun bir yerde kullanmak gerek şu bilgileri. Yoksa culpa in contrahendo, corpus iuris civilis, nulla poena sine lege, habeas corpus falan boşuna mı öğrendim lan? Tabi söyleyeceğim. Ama ben pek kullanmıyorum bunları. Sonra da sınavdan düşük alıyorum.
       Sınav dedim de YGS ye başvurdum geçen gün. Yaşıtlarım KPSS, ALES, Adli İdari Hakimlik Sınavları na girerken benim lise bebelerinin girdiği bir sınava kaydolmam gerçekten garip. Ama ben öğrenci kalmak istiyorum. Tiyatroda öğrenci bileti almak, EGO bayisine bir tane 10 luk öğrenci alabilir miyim demek istiyorum. Ankara'da herhangi bir bölümü tutturup kayıt yaptıracağım, kimliği alıp okula hiç uğramayacağım. Gerçi hakkın kötüye kullanılması teşkil ediyor bu durum. Daha kazanmış bile  değilim hayal kurmaya başladım gene. Aslında 60 bin bulsam hemen tarih okumaya başlayacağım. Zaten lisedeyken de tarih okumak istiyorum ama öğretmenlik dışında alternatifi ve parası az bir bölüm. Hukuku da seviyordum o zaman. Hem paralı bir meslek hem de havalı. Ama kendisinde iş yok. Ya da bende iş yok.
      Şimdiden sınav bitişi programı yapıyorum. Tiyatro bileti aldım bir tane. Sonra kar yağmazsa müze gezmek istiyorum. Müzekart, bir müzeye yılda yalnızca bir kez gidilebileceğine dair yeni bir karar almış ki bu canımı çok sıktı. Belki ben çok sevdim, tekrar tekrar gitmek isteyeceğim. Mesela resim heykel müzesine gitsem ve oradaki bir heykele hayran hayran bakmak istesem her seferinde para ödemek zorunda mı kalacağım?Ankara'da sığınacak çok yer yok.Her yer AVM ya da cafe. Müze beni sarar sarmalardı. Bu Ankara beni hiç anlamıyor ki.
        İbrahim de ölüyor zaten. Ölümünü göstermezler umarım. Ben iyi saatte olsunlar aldı götürdü diye onu kendimi teselli ederim. Hem gösterirlerse RTÜK fena ceza yazar.  
        Son fragmandaki o keman sahnesi de sinirlerimi gerdi. Orkestra diye Ankara Devlet Tiyatrosu'da geçen sezon sahnelenen bir oyun vardı. Nazi döneminde işçi kamplarında toplanan Yahudilerden bir orkestra kuruluyordu. Bu orkestranın tek görevi de onları gaz odalarına yollayan müzik düşkünü cellatlarını memnun etmek. Keman sahnesini gördükçe aklıma bu oyun geliyor. Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosu gibi bir atmosfer yaratmaları güzel olmuş. Ama sinematografik açıdan. Yoksa benim için kan ağlıyor o fragmanları gördükçe. Ahhh ahhhh...Bari şimdi öldürmeseydiniz. 14 Mart'ı 15 Mart'a bağlayan gece öldürseydiniz. Daha gerçekçi olurdu sanki.
        Para bulsaydım alternatif dizi çekerdim. Ama aynı kadroyla. Kanuni Pargalı tanışmasıyla diziyi başlatır 1535 e kadar sürdürürdüm. Ondan sonra dizi en başa, tanışma sahnesine geri dönsün.Bu daimi döngüyle Okan'ı hep görebilirim.  Ahh şu parasızlığın gözü kör olsun. Her şey hayal olarak kalıyor, bir türlü gerçekleştiremiyorum.
      Pargalı'nın ölümü kaçınılmaz, benim para bulmam da imkansız olduğuna göre en iyisi mevcut diziyi başa sarmak. Tatilde en baştan izlemeye başlarım. Sonra İlahi Komedya'yı tekrar okuyacağım. Pargalı ile aynı yüzyılda buluşamasak bile belki aynı kitapta buluşuruz.

12 Ocak 2013 Cumartesi

Bırak Dağınık Kalsın....

        Sınavların hepsinden AA almışım. Yalnız notlarıma bakarken yalnız değilmişim. Ben OBS ye bakarken o da bana bakıyormuş.o....Hayatımın erkeği..... Sonra bende farkettim bana baktığını... Sonra onu yaptık, bunu yaptık.... Şimdi onunla beraber Karayip Adaları'nda martinimizi yudumlayıp güneşin batışını seyreyliyoruz. Hayat ne güzel... Gerçekten hayat ne güzel......

      Dememi beklemeyin. Berbatsın hayat. 2013 tür belki uğurlu gelirsin falan dedik ama yok. 2012 den farkın yok. Milli piyango yalan olmuş, noel baba kapıma uğramamış. Onu bir yakalasam zaten önce kendisinin sonra geyiklerinin bacaklarını kıracağım.
      Sınavlarım bitmedi daha. Girdiklerimi de 1 ayda anca okurlar. OBS ye girmek AB ye girmekten zor. Hadi girdin diyelim AA almak mümkün mü? Hadi diyelim AA yı da aldım , gözüm ondan başkasını görürdüm. O andan itibaren benim için her şey A olur.
        Sonra yakışıklı bir adam bulacağım da Karayiplere gidip martini yudumlayacağım. Hem de güneşe karşı.... Bu Ankara ayazında bir tarafım donarken kurulabilecek en romantik ama en imkansız hayaller üşüşüyor zihnime. Ahh beynim, ahh aklım... Keşke size kavuşabilsem. Karayiplere gitmeyi akıl eden şu zihni bir türlü bu ana, şimdiye getiremiyorum. Ya tarihin derinliklerinde kralların sofrasında bir soylu, ya da imkasız bir geleceğin peşinde bazen bir piyanist, bir kahraman, bir gezgin....
       2 haftadır beta okumaktan mütevellit kör olacağım. Ama şu 2 haftada beni kahkahalara boğan şey de beta oldu. Perşembe gecesi medeni usul çalışıyorum. Geçen seneden beri notlara hiç bakmadım ve sınava yalnızca 24 saat kalmış. Bir taraftan kitabı okuyorum bir taraftan betayı. Diğer tarafım ise muhteşem yüzyılın yeni bölümünü izleyemediğinden dolayı kaderine lanet ediyor. Perşembe günlerine zinhar sınav konulmamalı. Kıymetli evrak belası yüzünden diziyi izleyemedim. Sonra usul yüzünden Perşembe de izleyemedim. Bu sinirle çalışırken geceni 2 sinde resimdeki cümleler karşıma çıktı. Nasıl gülme krizine girdim anlatamam. Bir çaresizlik hali ancak bu kadar içten ifade edilir. Belkıs Akkale görünümlü usul hocası döke saça anlatmış dersi. Garibim betacı nasıl anlamlı bir şekilde aktarsın anlatılanları bize. Zaten bunalmış kendisi. 2. dönem not tutmayacakmış. Bu hocalar insanı işinden ederler.
       Bende bırakacağım düzeni. Dağınık kalsın her şey. Bilinç akışı tekniğiyle başlıyorum anlatmaya.....
      İbrahimmmm... İbrahimmm. Benim güzel vezir-i azamım.Meçhule giden gemi bu bölümde kalkacak. Cuma eve gelir gelmez izledim son bölümü. Sonra fragmanın yayınlandığında elim gitmedi izlemeye. Sonra dayanamadım tabi izledim. Cellatlar sana doğru gelirken içim sızladı. Yazıktır günahtır bu adama. Okan giderse hiç izleseyim kalmaz benim.
      Şu lanet sınav takvimine göre perşembe gene sınav var.Deniz ticaret hukuku. Kıymetli evrakı anlatamamış zat ( kadınları 32 den erkekleri 35 ten sonra deforme sayan zihniyet), o derse de geliyor. Orada da İstanbul'a gidin, denizden geçen yük gemilerini mutlaka görün diyordu. Evettt en kısa zamanda İstanbul'a gideceğim ve denizden geçen yük gemilerine bakıp acaba bunlar kaç tonilato diye düşüneceğim? Ooofff ben o sınava girmek istemiyorum. Hatta 16 Ocak'tan sonra ben o acı ve elemle nasıl sınavlara gireceğim? Nasıl beta okuyacağım?
      Sivilceler gitti. 1 haftadır hiç sivilce çıkmıyor. Doktora sinirlenip diyeti bozdum, cips, patates kızartması, tatlı yedim ama gene de çıkmıyor meretler. Kırmızı lekelerle baş başa kaldım. Bunlar sıkılmıyor da.
     Doktor dedim de hala sinirliyim ona. Beta okumadığım yani boş kaldığım zamanlarda aklıma hep yapamadığım konuşma geliyor. İyice sinirleniyorum.
     Cuma sınav sabahı bir yandan ders çalışıp bir yandan ölü deri parçalarını yok etmek için dudağımı ovalıyordum. Ovalayayım derken yüzdüm bayağı. Sonra kıpkırmızı dudakla sınav girdim. Çok acıklı.
        Sınav da bir garipti doğrusu. Öncelikle gözetmen olarak en nefret ettiğim asistan Bayan T geldi. Ben eşyalarımı toplayıp gideyim dedim. Koskoca medeni usule yalnızca 1 gün çalışmışım, boş kağıt vereceğim, hem de T ye vereceğim o kağıdı. Yüzündeki o aşağılamayı görür gibiyim. Öde çalışmamanın bedelini Poena. Oturdum yerime. Sonra Belkıs Akkale geldi. Sınav taktiği verdi biraz. Kağıtları dağıtmaya başladılar. Başladım yazmaya. Geçen sene o kadar okuduğum halde 30 larda bir not almıştım. Gerçi tüm sınıf kötü not almıştı. Bu sene aşarım kendimi 40 alırım ben. T görsün diye kağıdın ön ve arka kısımlarını iyice doldurdum ama içi boş kaldı. İç sayfalardan birinde doğru yanlış ve yanlışın neden yanlış olduğunu açıklayacak bir bölüm vardı. O sayfa pek beyaz kaldı. Ya tüm önermeler doğruydu ya da 1 günlük çalışmayla bana her şey doğru gibi geldi.
         İbrahimmmm... İbrahimmm... Son birkaç bölümde tarih dizisi çekiyoruz ayağına konuşmalara eski kelimeler katıyorlar. Zinhar hep vardı da mütevelllit deyip durmaya başladı Paşa. Ha bir de "deyu" var. Ne güzel diyor öyle. Deyu bana hep Yunus Emre'yi hatırlatıyor. 'Şol cennetin ırmakları, Akar Allah deyu deyu..'
         İbrahim ölme ya. Aslında ben İbrahim için üzülmüyorum. Okan'ın diziden ayrılacak olması beni kahrediyor. Şimdi kim paşa paşa dolaşacak? O güzel kürkleri, kaftanları kim giyecek? Sonra o gıcık Hatice'ye kim güzel bakışlar atacak? Şöyle alttan alttan gülecek. Kim Dante'den bahsedecek? Ahhhh, içimdeki acı dinmiyor.
        15 gündür yaptığı spor bana yarım kilo verdirdi. Sürekli tartıya çıkyorum hep 56 nın altında çıkıyor. Ya tartı bozuk ya da hakketen verdim. Yarım kilo olduğundan verdiysem bile nereden gitti bunlar anlayamıyorum. Ama ben zaten kolestrol düşsün diye yapıyorum. Aslında kilo vereyim diye yapıyorum ama kolestrol düşsün diye yapıyorum diyorum. Kolestrolün niye yüksek sorusuna da susuyorum. Anayasa madde 20 özel hayatın gizliliği... Aman kızım her şeyini herkese anlatma. Gazoz da içmeyeyim, değil mi anne?
        Ben bonibon yiyeceğim. Sen de ister misin İbrahim? Bırak işlerini gel yanıma. Devlet-i Aliyye biraz dağınık, hünkarın da biraz yalnız kalsın....

4 Ocak 2013 Cuma

Yine De Dönüyor.....



       Galileo Galilei, güneş merkezli evren teorisi kilisece kabul edilmeyip yargılanırken söylemişti bu sözleri. Belki de yargılandıktan sonra....Tarihin bilinmezliği... Ya da benim cehaletim.
       Benim dünyam da dönüyor. Tansiyonum 8 e 7 oldu. Bu sefer tıp, tedavi değil hastalığımın nedenini teşkil ediyor.
       Dün doktora gittim. Kötü bir gün yaşayacağım sinyallerini sabahtan vermişti. Telefonumun sesine uyanamadım, annemin o gün uyuyası geldi ve neticede ben randevuma geç kaldım. Randevuyu yakalasam 9.30 da bitecekti işim. 10 çeyrekte evde, kahvaltı masasının başında olacaktım.. tım tım tım....
       Sınav döneminde olduğumdan dün gitmem zorunluydu. Bende randevusuz gittim hastaneye. 9 da gittim 44 sıra numarası ile saat 11 e kadar bekledim. Tam benim adım ekranda yandı ki, geç gelen bir hasta, annesinin ısrarları ile girdi içeri. 30 unu çoktan geçmiş ama bir annesinin elini tutmadığı kalmış sayın A.D hem geç geldi hem de dakikalarca içeride kaldı. Bende kapının önünde... Hem de sap gibi.... Bugünkü sınava çalışmam gerekirken hastane köşelerinde saatlerimi yitirdim. Açlık, bekleyiş, sınav stresi sinirlerimi gerdi. Bir de o A.D ve anası... Sinirlerimi gerim gerim gerdikten sonra çıktılar, ben de hışımla içeri daldım.
      "Günaydın roac kullanıyorum. 3 ay bitti. Kontrol için gelmiştim." Doktor oturun dedi. Bunlarda adet bu herhalde. Gittiğim her doktor oturtmaya çalışıyor. Alt tarafı kan testini isteyelim diyeceksin ne demeye buyur ediyorsun ki. Otur otur otur. Ota boka otur dersen tabi ki işin geç biter. 
      Neyse oturdum ben. Yüzün iyi görünüyor dedi. Daha lekeler geçmediği için ben öyle hissetmiyorum dedim. Bunu yüzü asıldı. Memnun değilseniz bırakın, bu şartlarda tedavi edemem ben dedi. Sinir bende hararet yapar, bir de kadın söylenince gönül isterdi ki ceza hukuku alanına giren davranışlarda bulunayım, bir hakaret olur, sövme olur, darp olur...  Ama kanun kamu görevlilerinin görevi dolayısıyla mağdur olduğu suçlarda daha fazla ceza öngörüyor. Yok öyle demek istemedim gibi bir şeyler söyledim. Bu seferde umursamaz bir tavır ve lanet bir ses tonuyla testi istedim dedi. İşte o an gerçekten çizginin diğer tarafına geçmeyi istedim. Keşke ceza kanununu hiç öğrenmeseydim. Tüm davranışlarıma engel oluyor. Karşı çıkışım bir hakaret suçuna vücut verebilir diye her şeyi içime atıyorum.
     A.D ve anasıyla kan sırasında karşılaştık. Onlar da kurtuldular elimden. Kan verdikten sonra pamuğu yeterince bekletmeden otobüse koştum. Sonra baktım orası morarmış. Hay ben bu günün diye başlayan cümlelerim yolculuk boyunca devam etti. Evde hemen karnımı doyurup başladım çalışmaya. Ama nafile... Aklım kaldı doktorda. Kadını da erkeği de ayrı dert. Egosu everest olmuş insan evlatları... İstiyorlar ki her hasta gelsin ayaklarına kapansın, el etek öpsün, reçete için yalvarsın, tedavi sonunda şükranlarını sunsun.... İyi dedi şu yüzüme ya. Ne iyisi. Tamam belki 3 ay roac kullanmış olanlara göre iyi,  lakin sağlıklı bir bireye göre halim berbat. Ama tıbben çok iyiymişim.
      Sinirliyen ders çalışılmıyormuş, onu anladım. 14.30 da sonuçları almak için gittim. Ama kanımı inceleme gereği görmemişler. Ne gerek var ki kan testine? Çoookkkk sağlıklıyım zaten ben, değil mi? Laboratuvara gidip sonuçları sordum. Adımı aldı, içeri girdi. Sonra da sizinki cihazdaymış, 20 dakikaya çıkar dedi. Ben de yedim. 11 de verdiğim kanı ancak bu saatte cihaza tıkabilmişler, sağolsun, varolsunlar.
      Sonuçları göstermek için tekrar sıra aldım. 608. Doktor hala 90 lardaydı. Saat oldu 3, oldu 4, oldu 4.30. Ama kapı hala hasta dolu. Yalnızca onun kapısı kalabalık. Diğer tüm doktorlar, sekreterler gitti. Bir biz hastalar kaldı, bir de doktor hazretleri. Ekranda bekleme sırasında dahi adımı göremeyince durumu sekretere söyledim. Sonra hazret, ben acizi içeri davet etti. Gene "oturun" eşliğinde...  Saat 5 e çeyrek var hala oturun diyor. Neyse uzatmadım oturdum. Kolestrol 262 den 234 e düşmüş. 10 gün boyunca günde 40 dk spor yaptım, tabi düşecek lan. Zaten gün içindeki en iyi şey buydu. Ama bir işe yaramadı aynı dozda devam et dedi. Reçeteyi yazdı ve birden nutuğa başladı. Tedavi için güven gereklidir,eğer memnun değilseniz bırakabilirsiniz, doktor seçme hakkınız var bla bla.....
       Bir tıpçının, ben dururken haktan hukuktan bahsetmesi üzerine tepem iyyice attı.
      "Ben tedaviden memnun değilim demedim. Yalnızca yüzümün iyi göründüğünü düşünmüyorum dedim. Siz roac ı 3 ay kullanmış hastalara göre değerlendirme yapıyorsunuz, ben ise yüzümün 3 yıl önceki haline göre. Verilerimiz farklı olduğu için, sonuçlarımız da farklı çıkıyor. Hem ben hukuk okuyorum. Takdir edersiniz ki haklarımı sizden dah iyi bilirim. Hasta Hakları Yönetmeliği madde 9 gereği doktor seçme ve değiştirme hakkına sahibim. Haaa bu arada Tıbbi Deontoloji Tüzüğü madde 18 gereği doktor da mesleki veya şahsi sebeplerden ötürü hastasına bakmaktan çekinebilir. İyi akşamlar..."
    ......................   
      Diyemedim ya la. O odadayken bunların hiçbirini diyemedim. Kadının biri benim -hukuku bitirmek üzere olan bir öğrencinin- karşısına geçip sizin haklarınız var dedi ve ben ona hiçbir şey diyemedim. Bir de ben öyle demek istememiştim gibi ezik cümleler kurdum. Onca yıl oku ama kendi hakkını bile savunmaktan aciz ol. Tek yapabildiğim tutmayacağını bile bile eve dönüş yolunda tıp alemine lanet okumaktı. Şeytan diyor ki tıp hukukunda uzmanlaş ve tüm doktorları görev kusuru sebebiyle attır içeri.
       Oooofffffffffff ooofffffffffff.. Elin tıpçısı bile bana hak diyor hukuk diyor, bir de ben hukukçuyum diye geçiniyorum. Mesleğimin yüz karasıyım ben.