20 Aralık 2012 Perşembe

İbrahimname

       Tarih deyince aklımda hemen masal kavramı belirir. Prensler, prensesler, padişahlar, görkemli saraylar, kıyafetler, uşaklar, savaşlar ve barışlar.... Gerçekten ziyade bilinmeyen bir ülkede, bilinmeyen bir zamanda geçen öyküler gibime gelir daima. Tarihi gerçeklik denilen şeye inanamam bir türlü. Tarih ile gerçeklik yan yana gelemez ki. Birkaç adamın izlenimlerini yazdığı kitaplardan, çizdiği resimlerden gerçeklik ne kadar çıkar? Şimdi bile yanımdaki adamın neyi neden yaptığını bilemezken yüzyıllar önce yaşamış bir insanların ne saiklerle davrandığını nasıl bilebilirim? Onu nasıl suçlar ya da aklarım? Tarihte nedenler olmaz. Yalnızca olaylar vardır. Tarihçiler de birtakım bilgi kırıntılarıyla olayların nedenlerini bulmaya çalışır. Bu nedenlere doğru ya da yanlış diyemeyiz. Yalnızca bu onun yorumu denilebilir. Daha fazlası değil. Aksi halde biz, başka bir yorum getirmiş oluruz. Ve hiçbir yorum diğerinden daha az değerli değildir.
      Niye sivilce yazılarını bıraktım da tarihe ilişkin yorumlar getirmeye başladım? Okul bitmek üzere ve ben hukukun bana göre olmadığını farkediyorum. Tarihi daima sevmiştim. Her şeyin uzakta olması, mutlak gerçekliğe hiçbir zaman ulaşamayacak olmak ve daima fantezilere(nedenlere ilişkin kurgular) açık bir alan olması onu cazip kılan özellikler. Daima mazide yaşayan benim için biçilmiş bir kaftan. Ama yazının asıl sebebi bu değil. Sebebim İbrahim...
  http://media.startv.com.tr/PhotoGalleries/6224/10017.jpg   
      Muhteşem yüzyıla olan sevgim büyük. Kanuni ile Halit Ergenç gibi sevdiğim 2 adamın aynı bedende buluşmuş olması  nedeniyle başlamıştım diziye. Lakin gönlüm sonradan Paşa'ya kaydı. 'Bu ne güzellik, bu ne yüz, bu ne kokudur? Aklım saçının kokusuyla doludur, Poena ansızın divane oldu, bu ne aşk, bu ne dert, bu ne huydur?' diyerek celladın Kanuni'den çaldığım şiiri sana armağan ediyorum İbrahim.
     İşte bu İbrahim aşkı, dün geceden beri derin kederler yaşatmakta bana. Mustafa'nın rüyasında Paşa'nın başı olmayan gölgesini görmesiyle kalbim sıkışmaya başladı. Sonra ramazan ayına ilişkin bir sürü yasağı içeren ferman okundu. Yani Pargalı'nın vadesi dolmak üzere. Daha sonra maviler giymiş Hürrem'in ninja kaplumbağalara benzeyen adamlarının gözükmesiyle kalbimden gelen derin bir iç çekişe engel olamadım. Gerçi Pargalı'nın ölümü o şekilde değil, daha 1 ya da 2 bölümü var ama ben gene şimdiden başladım üzülmeye.
      İtiraf etmeliyim ki diziye kadar Pargalı'nın varlığından bihaberdim. Benim için Muhteşem Süleyman döneminde yaşamış bir sürü sadrazamdan biriydi. Hatta adını bile bilmiyordum. Ama bilgisizlik, öğrenme isteğine engel değildir. Başladım Pargalı hakkında okumaya. Hatta Pargalı döneminde edebi yaşamı anlatan bir tez bile okudum. Ama kendisinin büyük bir edebiyat hamisi olduğu gerçeği dışında hayatına ilişkin bir bilgi yoktu. Evet en büyük sorun buydu. Kendisine ilişkin hiçbir bilgi yoktu. Dönem siyaseti üzerinde oldukça etkili, ancak kendisinin başarıları Kanuni'ye atfedilmiş. Ne de olsa o bir padişah değil mi?
    Kendisi 1493'te Parga'da doğuyor. Rum veya İtalyan kökenli olduğu sanılıyor. Küçük yaşta korsanlar tarafından kaçırılıp Manisalı dul bir kadına satılıyor. Dizide bu devşirme ruh hali çok iyi yansıtılmıştı. "Yoksa döndüm, değiştim, geldim dediğin her yerde, her dilde ve dinde hala dönme misindir?Dönmek kabiliyet değil, zaruret midir İbrahim?"
     Bu aşağılık psikolojisinden bir türlü kurtulamamıştı bence. Kanuni'nin tahta çıkışıyla beraber hasodabaşı, sadrazam, Mısır beylerbeyi, seraskerlik gibi birçok makamda yer alıyor. Basit bir köleden bir sadrazam yarattın ancak kibrine engel olamadın. Ve yükselişinin çabukluğu gibi düşüşünün de çabuk olacağını öngöremedin. Ama büyük insanlara büyük ölümler gerek değil mi?
    Evlilikleri konusunda da bir belirsizlik mevcut. Bir görüşe göre padişahın kızkardeşi Hatice Sultan ile evlendiği, diğer görüşe göre Muhsine Hatun adında saraydan olmayan bir kadınla evlendiği yazılı. 3. bir görüşe göreyse Hatice Sultan ile evliyken Muhsine Hatun'a aşık olduğu hatta Hatice Sultan'ın bu duruma üzülmesi nedeniyle Kanuni'nin böyle bir ölüm kararı verdiği ileri sürülmekte.
    Kanuni ile olan ilişkileri ise fazlasıyla karmaşık. Bir kısım Mevlana-Şems ilişkisi gibi tamamen ruhani bir gönül bağı olduğunu ileri sürmekteyse de bir kısım işe cinselliğin de karışmış olabileceğini düşünüyor. O dönemde oğlancılık büyük günah olarak görülse de sıklıkla yaşanan bir olgu. Pargalı'nın hızlı yükselişini ve Kanuni ile olan bu yakın bağlılığını bu ilişkiye bağlıyorlar. Ayrıca Pargalı'nın Hürrem'i, çok sevdiği padişahının eşlerinden bir değil de bir rakip olarak görmesinin sebebi de bu olabilir denilmekte. Keza Hürrem'in ona duyduğu büyük nefretin temelinde de kıskançlık yatıyor olabilir. Dizinin bu bölümünde de Hürrem Pargalı'yı hünkarını zehirlemekle suçladığında 'Senin nasıl bunu yapman mümkün değilse, işte o sebepten mütevellit benim de bunu yapmam mümkün değil' cümlesi bu düşünceye bir gönderme midir?
     Hürrem ile Paşa ilişkisine dair bir rivayet de Cahit Ülkü'nün masal olmayan masallar üçlemesinin Pargalı İbrahim Paşa kitabında yer almakta. Kitapta esir alınan Hürrem'in öncelikle Paşa'ya sunulduğu, orada bir eğitimden geçtiği yazılmıştır. Zamanla Hürrem ve  Paşa'nın birbirine ilgi duyduğu ancak Paşa'nın nefsine yenik düşmemek adına kızı padişaha sunduğu yer alıyor. Daha sonra Hatice Sultan ile evlenen Paşa'ya iyice sinirlenen Hürrem onu öldürmesi için Kanuni'yi kışkırtıyor.Elbette bunlar bir yorum. Lakin bunların katiyen gerçek olamayacağını demek doğru olmaz. Tabi bir zaman makinesi icat edilip geçmişe dönmek mümkün olmadıkça...
      Kanuni'nin kendisine bağışladığı (bence kendisinin de hak ettiği) bu yüce yetkilere sahip İbrahim Paşa'mız gizli iktidar olarak yer alır. Dizide geçiyordu buna ilişkin bir cümle vardı: 'Bir padişah olmaktan daha üstünü, bir padişah üzerinde hüküm kurmaktır.' Ama zamanla bu bağışlamayı unutup kendini asıl güç kaynağı görmeye başlar. Kanuni boşuna demiyordu iktidar tehditttir, kör ve sağır eder diye.. Tamam zekisin, başarılısın, güçlüsün biliyoruz. Lakin ne diye dile getirirsin be adam. Avusturya elçilerine söylediği sözlerle çöküş dönemini başlatır(1). Daha sonra İskender Çelebi'yi idam ettirmesi, Şehzade Mustafa'ya olan düşkünlüğü sebebiyle Hürrem'i karşısına alışı vb. sebepler çöküşte etkili olmuştur.
      Kanuni Pargalı'yı öldürmeye karar verdikten sonra bir engelle karşılaşır. İbrahim Paşa'ya seraskerlik rütbesi verildikten sonra Paşa bu görevle kendisini ölüme daha fazla yaklaştırdığını söylemiştir. Kanuni de güvence olarak ben yaşadığım, bu gözlerim gördüğü müddetçe ölüm cezası vermeyeceğine dair bir belge hazırlamıştı. Bu sebeple ben nasıl öldürürüm bu adamı derken dönemin şeyhülislamı Ebusuud Efendi'den yardım ister. O da hukukun arkasını dolanmaya müthiş bir örnek teşkil eden fetvasını verir. Paşa, o kıymetli hünkar uyurken öldürülmelidir. Çünkü uyku hem yarı ölüm halidir, hemde gözler görmez(3.sezon fragmanında vardı bu). Paşa'mızın öldürüleceğini bildiğine dair rivayetler var. Kendisi kaçmayı değil, hünkarının eliyle öldürülmeyi seçmiş olmalı. Mart'ın 14 ünü 15 ine bağlayan gece Kanuni, Hürrem ve Paşa uzun bir iftar sofrasında bir araya gelmiştir. Her an öldürülme korkusuyla ne yapmıştır İbrahim?  Neler hissettiğini keşke bilebilseydim. Bir yanda yıllardır yanında ama sınırında bulunduğun padişahın, diğer yanda senin vasıtanla hünkara sunulmuş ama sonunda senin ölümüne sebep olmuş Hürrem.... Ne düşündün? Ne düşledin? Hiç keşke kaçsaydım dedin mi? Ya da ben bunu da atlatırım düşüncesi geçti mi kafandan?
       İftardan sonra Paşa haremde ağırlanmış, Kanuni uykuya dalarken 4 dilsiz cellat tarafından Paşa boğulmuştur. Naaşı Galata'da ki Canfeda Zaviyesinde yer almakta. İstanbul'a gidersem mutlaka uğrayacağım buraya.
      Dizide sanırım Mohaç Zaferi'nden sonra Matrakçı bir Süleymanname yazdığını söylemişti. Bizim kibirli Paşamız da neden İbrahimname yazmıyorsun demişti. Bu yazım sana armağan olsun İbrahim.


(1)Baş alan o sözler : 'Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir: Memuriyetleri ben veririm; eyaletleri ben tevzî ederim; verdiğim verilmiş ve reddettiğim reddedilmiştir. Büyük pâdişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmiyecek olursam gayr-i vâki gibi kılınır; çünkü her şey harb,sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir.'

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder