16 Temmuz 2012 Pazartesi

İstanbul'u Anlamak 3

1\07\2012       
       Bugünkü hedef Sultanahmet ve çevresi. Önce müzekart sırasındayız. Her şeyi bu karta bağlamışlar. Kart olmadan müzeye girilmiyor. Bazı sarayları Kültür Bakanlığından çıkarıp Milli Saraylar Dairesine bağlamışlar ki müzekart oraya geçmesin ekstra para talep edilsin.
       Doğru sırada mıyız diye birine soru sorulacaktır. Ahanda bunda tam Türk tipi var deyip birine soru sorduk ama adam artık Arap mıydı Afgan mıydı bilmiyorum bön bön baktı bize. Çevremizde o kadar çok yabancı var ki Türkleri seçemiyoruz artık.  Müzekartı alıp ve 30 TL mizi orada bırakıp Ayasofya’ya yollanıyoruz.
       İlk Ayasofya II. Constantius zamanında yapılmış, daha sonra İmparator ve imparatoriçe ile sorun yaşayan patriğin sürgüne gönderilmesi üzerine halk isyan etmiş ve güzelim yapıyı yakmışlar. İkinci Ayasofya II.Theodosius tarafından yaptırılmış, bu yapı da Nika isyanı sırasında yakılmış( halkın sanata garezi olmalı). Üçüncü Ayasofya ise 532-537 yılları arasında dönemin kanun kitabı ius civile yi yaptıran I. Justinyen tarafından yaptırılmış ve günümüze dek gelmiş. O şartlara göre yapılmış en mükemmel eser. O şartlara göre dedim ama bence günümüz teknolojisiyle de böyle bir yapı inşa edilemez. Adamlar taşları üst üste koyduk, al sana bina dememişler.
       Bakımsızlıktan mıdır, hırsızlıktan mıdır, yoksa zamanın gelip geçiciliğinden midir bilmem mozaikler bayağı hasar görmüş. Bazı bölgelerde koca resimde yalnızca bir yüz falan kalmış. Sıvalar yer yer dökülmüş falan. Allah Fatih’ten razı olsun, kendisi İstanbul’u aldığında yapıya zarar verilmesini engellemiş, yoksa bizimkiler Meryem’dir, İsa’dır, peygamberdir  demez talan ederlerdi. Ancak o da benden bir iz kalsın diye koca koca tabelalar astırmış her yere. İstanbul’u aldım, en büyük ibadetgâhınıza da bastım damgamı dercesine.
        Tarihte en sevdiğin Osmanlı hükümdarı kim diye sorulunca hemen Kanuni derdim. Adının Kanuni olmasının ( Ben hatırlamıyorum ama 12 yaşlarındayken kuzenimin anket defterinde ne olmak istersiniz sorusuna astronot ya da hakim diye yazmışım. Ben hep lisedeyken hukuka yöneldiğimi sanıyordum. Gerçi çocukken öyle olmak istesem bile şimdi o kadar net isteyemiyorum. Ayrıca hukukla astronomi ne alaka ya. Ancak benim gibi hem realist hem de hayalperest ruhları içinde barındıran biri bu 2 mesleği aynı anda ister.) yanı sıra Hürrem’le olan ilişkisini, ona olan aşkını seviyordum. Ne romantik bir sultan diyordum. Ama büyüdükçe ve özellikle Muhteşem Yüzyıl’dan sonra ona olan ilgim azaldı. Fazla duygusal, fevri biri bence. Aşka duyduğum saygıyı yitirmem de etkili oldu. Güce olan saygı devri başladı. Ve Fatih’i sevmeye başladım. İstanbul’u bu kadar seven birinin Fatih’i sevmemesi imkansız olur. Fatih kafa adamı, düşünce adamı, başarı adamı. Kanuni denilince akla hemen Hürrem geliyor. Aşkı tüm siyasi, askeri başarılarının önünde. Ama Fatih denilince akla hemen İstanbul geliyor. Fetih filmine kadar eşinin adını bile bilmiyorum. Çünkü onun özel hayatı, döneminde önemli roller oynamamış. Belki Kanuni’den daha çok sevmiştir eşini. Belki ona dizeler yazmamış, onun için oğlunu öldürmemiştir ama sevmiştir. Bende sevginin bu gizli halini seviyorum. Milyonların diline düşmek değil, aşkımın yalnızca ben ve sevdiğim kimsece bilinmesini istiyorum. Fatih koca koca tabelalar koydun diye sana sitem ettim ama vallahi seviyorum ben seni. Sendeki hoşgörü ne Kanuni’de ne de Yavuz’da var.
Fatih’in bu önemli korumasından sonra diğer muhafaza da Atatürk döneminde gerçekleştiriliyor.  Osmanlı döneminde insan resimleri yasak olduğu için mozaiklerin büyük bir kısmı sıva ile kapatılmış. Atatürk bunların gün yüzüne çıkarılmasını istiyor. Benim söylendiğim o tabelalar da kaldırılıyor ama menderes döneminde yeniden yerlerine çakılıyorlar. Günümüzde ara ara Ayasofya geçmişteki haline yeniden döndürülsün, ibadete açılsın denilmekte. Madem geçmişe dönülsün deniliyor, o zaman cami değil kilise olmalı. Hem Fatih’in torunlarına böyle bir hoşgörü yakışır. Ayrıca müze olması, o esere verilen değeri gösterir, onu daha korunaklı yapar. Cami olsun falan deniliyor da Sultanahmet’in hali ortada. Ayak kokuyor koca cami. Bu mu istenen şey? Ülkemizde cami eksiğinin olduğunu sanmıyorum. Hatta o kadar çok cami inşaatı var ki yakında her eve özel bir mescit yapılsın diye bir açılım başlatılırsa hiç şaşırmayacağım.
Ayasofya’da huzur bulduktan sonra Alman Çeşmesini, Dikilitaşı, Yılanlı Sütunu falan gördük. Daha sonra da Pargalımın sarayına şimdiki Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne gittik. Batı sanatına düşkün İbrahim’in sarayında resimler falan varmış ama bizimkiler adamı öldürmekle kalmayıp evini de talan etmişler. Her yere bildiğimiz beyaz badana yapılmış. Türk ve İslam eserleri diye de taş, maden ve kilim koymuşlar. Hatta kilimleri de başka camilerden alıp getirmişler. Biz yağma kültüründen hiç kurtulamayacağız galiba. Her şey yerinde güzel, niye ordan buradan toplayıp getirirsin ki.
Sarayın odaları dizide gösterildiğinin aksine pek küçüktü (Dizileri referans almak o kadar iyi değil). Odadan odaya girerken acep hangisi Nigar’ın diye tahminler geliştirip durduk.
En geniş salonu kilimlere ayırmışlar. 3 m ye 8 metre dev gibi bir kilim gördük. Kilimlerdeki her motifin aslında bir anlamı vardır. Keşke buna ilişkin bir bilgi verselerdi de biz de kendimizi halı bakmaya gelmiş gibi hissetmeseydik. Zaten İbrahim’in sarayının bu halini görünce içim cız etti. Sıcak havadan bunalmışız, bir yandan da görevliler bizi takip edip duruyordu. Hırsız mı zannettiler bizi biye düşünüyoruz. Bir gümüş takımlığın önünde bu ne kadar ederdi diye fikirler yürütüyorduk, adamlar bizi duydu galiba. Ama nasıl çalabiliriz ki? Her yerde kamera var, eserler camın içinde sergileniyor. Kilimler açıktaydı ama onlar da pek büyüktü. Vinç gerek kaçırmak için.
Turlamayı bırakıp dışarı çıktık. Rapunzel gene telefonla konuştuğu için bizden geride kalmıştı. İçeri almamışlar onu. Meğer müzenin kapanma saati gelmiş. Görevliler de bizi bir an önce kışkışlamak için peşimizdelermiş. Söyleselerdi çıkardık canım. İbrahim’in üzüntüsü bir yandan sıcak diğer yandan. Eser diye koyduklarında da bir şey yoktu zaten. Müzeye göre Türkler yalnızca taş yontmuş, maden işlemiş ve kilim dokumuş.
Çıkışta o Hatice’nin etrafı seyre daldığı balkonlardan birini alacak şekilde fotoğraf çektirdim. Ahh.. ahhh.. O kadının yerinde ben olacaktım. Kocam bir dahi, abim muhteşem bir sultan.Hem abimi vahim hatalar yapmaktan engellerdim, tarihe Hürrem yerine ben damga vururdum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder