10 Temmuz 2012 Salı

İstanbul' u Anlamak 1

     Sıcak...Sıcak.. Saat sabahın 7 si olmuş ama ben hala ayaktayım. Otobüs biletini 9 a almıştım, hiç uyuyamadan bindik metroya. Bırak İstanbul’u git yatağına uyu diyen tembel ama biraz haklı iç sesimi bastırıyorum. Metro işe giden insanlarla dolu. Tatil sembolü koca valizimizle binince insanlar bize imrenerek baktılar. Herkesi deniz, kum, güneş isteği sarmış olmalı. Bir yanda sıcakta çalışmak zorunda olmak, diğer yanda dinlenme isteği. İnsanoğlunun en büyük cehennemi değil mi zaten hayal ve gerçek ikileminde yaşamak zorunda kalmak...
             Zor bela kendimizi otobüse attık. Ver elini uykunun kollarına. Mola yerine kadar uyumuşum. Bolu tünelini de göremedik. Artık dönüşte görürüz.
 İstanbul sınırına girdiğimizi, rapunzelin gereksiz bir sorusu üzerine bölünen uykumdan sinirle başımı sağa çevirip gördüğüm tabeladan anladım. Uykusuzluktan dolayı ne bir sevinç ne de bir mutluluk hissettim. Zaten duygu özürlü bir kimseyim, uykusuzluk iyice zombi yaptı beni.
  İstanbul’a girer girmez binalar karşıladı bizi. Köy kent ayrımı kalmamış burada. Her yer şehirleşmiş. Ama şehirleşme denilen şey yalnızca bina dikmekle kalmış. Kültürel olarak batmış burası. Çocukluğumun şehri katledilmiş. Tabi o zaman bilmiyordum bu gerçeği.
            Boğaziçi Köprüsü’ne geldiğimizde nefesim kesildi. Orman ve deniz. Yeşil ve mavi. Denizden geçen NS Leader adlı bir gemisi. Hala güzel bir şeyler kalmış burada. İstanbul denildiğinde aklıma hep köprü geliyor. Şuracıkta ölseydim keşke...
           Çok trafik yoktu şansımıza. Ankara çölündeyken İstanbul’un toprağını öpeceğim demiştim ama toprak falan hak getire. Her yer asfalt olmuş. Asfalta da yapışacaktım ama amcanın teki otobüsü yıkadığı suyu foşşş diye yere dökünce vazgeçtim bu düşüncemden. Sıcaktan asfalt kokmaya başlayınca çok durmadan terk ettik orayı. Yengeye biz geliriz eve dedik ama nasıl gelecez. İstanbul 6 ayda bir yenileniyor. Sora sora metroyu bulduk ama bilet satan yer yok. Tüm jetonları doldurmuş bir kutuya. Yakında her şey otomattan satılacak. Ankara metrosunda yan yana oturuluyor, burada ise yüz yüze oturma düzeni benimsenmiş. Soğuk memleket Ankara’da insanlar başkasının yüzüne bakmak istemez ki.
         Turizm şehri olduğundan duraklar İngilizce de söyleniyor. Lakin station yıldız teknik üniversitesi ne la. Üniversiteyi niye Türkçe söylüyorlar.  Garip bir hal olmuş.
       
      Metrodan çıkıp Şirinevler köprüsüne geldik. Köprünün başına zina suç sayılsın diye kocaman bir pankart asılmış. Ne oluyoruz hacı... Beni böyle mi karşılayacaktın İstanbul.. Beni beni.. 6Sütunda okuyan bir hukukçuyu... Acelemiz olmasa pankarta bir suikast düzenleyecektim.
    
     Şirinevler de New York gibi olmuş. Her yer mağaza ve tabela. Ama insanları boktanlaşmış. Abazanlar sarmış etrafı. Yarım kollu tişört giydiğim halde abuk abuk bakıyorlardı. Minibüste kardeşim bir erkeğin yanına oturmuştu. Adam yol doyunca ters ters bakmış. Ankara’ya laf ediyorum ama asıl medeniyet yeri orası. İstanbul Afganistan’a dönmüş.
         Şehir sineklerin de istilasına uğramış. Bataklığa dönmüş diye boşuna demiyorum ben.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder