15 Ocak 2013 Salı

Son Akşam Yemeği



     Roac la 114. gün bitmek üzere. Öyle diyorum ama daha hiç roac kullanmadım ki ben. Zoretanin ve aknetrent le sivilce tedavisini bitireceğim herhalde. Gerçi ben hala tedavi olamadım ki. Sivilceler geçti ama lekeler hiç azalmıyor. Aksine sanki daha da kırmızı duruyorlar gibi. Başka kullanıcıların resimlerine bakıyorum da 4 ayda lekeleri oldukça azalmış. Sivilcelerden de kurtulmak kardır diyecek durumda değiliim. Çünkü zaten başlangıçta da çok sivilcem yoktu. Doktor şunları duysa gene başlardı hasta haklarınız var diye. Sinir şey.
      Bu arada kağıt reçete devri kapanmış. Artık e-reçete olacakmış. Tamam kağıt israfını, reçeteyle oynanmasını önler ama çok önemli bir değer de yok olmak üzere. Doktor yazısı dediğimiz bir kavram vardır. Kargacık burgacık yazar onlar, okumaya çalışırsın, çabalarsın, sana a gibi gelir ama aslında o c olabilir hatta f ye kadar yolu vardır onun. Bir doktor ne kadar karışık yazarsa o kadar sağlam doktordur benim için. Sanki mesleğin bir gereğidir o. Aynı şey hukuk için de geçerlidir. Bir kavramın eski Türkçe hali makbuldur. Hele ki Latincesini biliyorsan tamamdır hacı. Senin ikna edemeyeceğin müvekkil yoktur. Çünkü insan bir avukata geldiğinde onun kendinden farklı olduğunu hissetmesi gerekir. Eğer aynı dili konuşursak ee bunları bende derdim diye düşünür. Ne kadar anlaşılmaz olursan adam sana o kadar ihtiyacı olduğunu hisseder. İlahiyatçılarda var buna benzer bir durum. Bir soru sorarsın hemen ayet okumaya başlar. Önce Arapçayı okur, ardından Türkçe. Ben zaten anlamıyorum niye Arapça okuyor ki denilmemeli. Adam ben bir tarafımdam uydurmuyorum gerçek bunlar (gerçi ben uydursa da anlayamam Arapça bilmiyorum) demeye getiriyor. Hem onca yıl okumuşsun bir yerde kullanmak gerek şu bilgileri. Yoksa culpa in contrahendo, corpus iuris civilis, nulla poena sine lege, habeas corpus falan boşuna mı öğrendim lan? Tabi söyleyeceğim. Ama ben pek kullanmıyorum bunları. Sonra da sınavdan düşük alıyorum.
       Sınav dedim de YGS ye başvurdum geçen gün. Yaşıtlarım KPSS, ALES, Adli İdari Hakimlik Sınavları na girerken benim lise bebelerinin girdiği bir sınava kaydolmam gerçekten garip. Ama ben öğrenci kalmak istiyorum. Tiyatroda öğrenci bileti almak, EGO bayisine bir tane 10 luk öğrenci alabilir miyim demek istiyorum. Ankara'da herhangi bir bölümü tutturup kayıt yaptıracağım, kimliği alıp okula hiç uğramayacağım. Gerçi hakkın kötüye kullanılması teşkil ediyor bu durum. Daha kazanmış bile  değilim hayal kurmaya başladım gene. Aslında 60 bin bulsam hemen tarih okumaya başlayacağım. Zaten lisedeyken de tarih okumak istiyorum ama öğretmenlik dışında alternatifi ve parası az bir bölüm. Hukuku da seviyordum o zaman. Hem paralı bir meslek hem de havalı. Ama kendisinde iş yok. Ya da bende iş yok.
      Şimdiden sınav bitişi programı yapıyorum. Tiyatro bileti aldım bir tane. Sonra kar yağmazsa müze gezmek istiyorum. Müzekart, bir müzeye yılda yalnızca bir kez gidilebileceğine dair yeni bir karar almış ki bu canımı çok sıktı. Belki ben çok sevdim, tekrar tekrar gitmek isteyeceğim. Mesela resim heykel müzesine gitsem ve oradaki bir heykele hayran hayran bakmak istesem her seferinde para ödemek zorunda mı kalacağım?Ankara'da sığınacak çok yer yok.Her yer AVM ya da cafe. Müze beni sarar sarmalardı. Bu Ankara beni hiç anlamıyor ki.
        İbrahim de ölüyor zaten. Ölümünü göstermezler umarım. Ben iyi saatte olsunlar aldı götürdü diye onu kendimi teselli ederim. Hem gösterirlerse RTÜK fena ceza yazar.  
        Son fragmandaki o keman sahnesi de sinirlerimi gerdi. Orkestra diye Ankara Devlet Tiyatrosu'da geçen sezon sahnelenen bir oyun vardı. Nazi döneminde işçi kamplarında toplanan Yahudilerden bir orkestra kuruluyordu. Bu orkestranın tek görevi de onları gaz odalarına yollayan müzik düşkünü cellatlarını memnun etmek. Keman sahnesini gördükçe aklıma bu oyun geliyor. Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği tablosu gibi bir atmosfer yaratmaları güzel olmuş. Ama sinematografik açıdan. Yoksa benim için kan ağlıyor o fragmanları gördükçe. Ahhh ahhhh...Bari şimdi öldürmeseydiniz. 14 Mart'ı 15 Mart'a bağlayan gece öldürseydiniz. Daha gerçekçi olurdu sanki.
        Para bulsaydım alternatif dizi çekerdim. Ama aynı kadroyla. Kanuni Pargalı tanışmasıyla diziyi başlatır 1535 e kadar sürdürürdüm. Ondan sonra dizi en başa, tanışma sahnesine geri dönsün.Bu daimi döngüyle Okan'ı hep görebilirim.  Ahh şu parasızlığın gözü kör olsun. Her şey hayal olarak kalıyor, bir türlü gerçekleştiremiyorum.
      Pargalı'nın ölümü kaçınılmaz, benim para bulmam da imkansız olduğuna göre en iyisi mevcut diziyi başa sarmak. Tatilde en baştan izlemeye başlarım. Sonra İlahi Komedya'yı tekrar okuyacağım. Pargalı ile aynı yüzyılda buluşamasak bile belki aynı kitapta buluşuruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder